Most Commonly English Sentences Used in Everyday Life |
A guide is speaking about the pictures. Bir rehber resimler hakkında konuşuyor. |
A little bit/ a little / somewhat Biraz, bir dereceye kadar, bir parça |
A lot of people are coming in and going out. Birçok insanlar giriyor ve çıkıyorlar. |
Accept my request İsteğimi kabul et |
Accidents happen every now and then. Arada sırada kazalar olur. |
After a few minutes he came. O birkaç dakika sonra geldi. |
Ahmet and Mehmet went home. Ahmet ve mehmet eve gittiler. |
Ahmet and zeynep are coming by train. Ahmet ve Zeynep trenle geliyor. |
Ahmet and zeynep are going to england after. Ahmet ve Zeynep, daha sonra İngiltere’ye gidiyor. |
Ahmet answered sadly. Ahmet üzgün bir şekilde cevap verdi. |
Ahmet are going with her. Ahmet, onunla gidiyor. |
Ahmet has a lot of books. . Ahmet’in çok kitabı var |
Ahmet is giving empty cups to Fatma Hanım. Ahmet, fatma hanım’a boş fincanları veriyor. |
Ahmet is not singing. Ahmet şarkı söylemiyor. |
Ahmet is repairing that house. Ahmet , şu evi tamir ediyor. |
Ahmet is sitting near the window. Ahmet pencerenin yanında oturuyor. |
Ahmet is standing near the table. Ahmet masanın yanında duruyor. |
Ahmet is translateing from turkish into english. Ahmet, İngilizce’ye Türkçe’den çeviriyor. |
Ahmet is writing a letter to zeynep. Ahmet, Zeynep’e bir mektup yazıyor. |
Ahmet listen to this music. Ahmet, bu müziği dinler. |
Ahmet was angry now. Ahmet şimdi kızdı. |
Ahmet’s bag is here. Ahmet’in çantası buradadır. |
Ahmet’s ball is big. Ahmet’in topu büyüktür. |
Ahmet’s book is more interesting than mine. Ahmet’in kitabı benimkinden daha enteresandır. |
Ahmet’s pencil isn’t long. Ahmet’in kalemi uzun değildir. |
Ali gave it to her. Ali onu ona verdi. |
All children like toys. Bütün çocuklar oyuncak severler. |
All I can think about is you Tek düşünebildiğim sensin |
All I need is time Tek istediğim zaman |
All men were wearing black suits. Bütün erkekler siyah takım elbise giyiyorlardı. |
All of my life I gave to you Tüm hayatımı sana verdim |
All our teachers and friends are fine. Bütün öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız iyidirler. |
All the books are on the shelf. Bütün kitaplar, rafın üstündedir. |
All the children had funny shoes. Bütün çocukların komik ayakkabıları vardı. |
All the girls studied very hard. Bütün kızlar çok sıkı ders çalıştılar. |
All the houses are new here. Buradaki bütün evler yenidir. |
All the humans are waiting in the stop. Bütün insanlar durakda bekliyor. |
All the humans are waiting in the stop. Bütün insanlar durakda bekliyor. |
All the roads were good and clean. Bütün yollar iyi ve temizdi. |
All the women are going for a walk. Bütün kadınlar, bir yürüyüş için gidiyor. |
All your dreams could come true Tüm hayallerin gerçekleşebilir |
And I don’t know what to do Ne yaptığını bilmiyorum |
And no one understands you Hiçkimse seni anlamıyor |
And now I’m making a change Şimdi bir degişiklik yapıyorum |
Another interests? Başka ilgi alanın? |
Another time Başka zaman |
Any student cn understand this. Bunu hangi öğrenci olsa anlayabilir. |
AnybOdy can do this. Bunu kim olsa yapabilir. |
Anything can happen? Her şey olabilir. |
Anytime you want me to Ne zaman istersen |
Apple - orange melon watermelon grapes Elma - portakal - kavun - karpuz - üzüm |
Are there any wide streets? Hiç geniş cadde var mı? |
Are there some students in the room? Odada öğrenciler var mı? |
Are we can be friend? Arkadaş olalım mı? |
Are you all right? İyi misin? |
Are you alone? Yalnız mısın? |
Are you blind Körmüsün |
Are you busy Meşgulmüsün |
Are you deaf Sağırmısın |
Are you fond of swimming? Yüzmekten hoşlanır mısınız? |
Are you free tomorrow? Yarın boş musun? |
Are you going to kiss her? Yoksa onu öpecek misin? |
Are you going to marry her? Onunla evlenecekmisin? |
Are you going to sell your old house? Eski evinizi satacak mısınız? |
Are you going to stay at the dorm? Ögrenci yurdundamı kalacaksın? |
Are you marriaged? Evli misin |
Are you passing me by? Bana aldırmıyor musun? |
Are you ready Hazır mısın? |
Are you single? Bekar mısın? |
Are you sleeping? Yatıyor musun? |
Are you there Orda mısın? |
Are you using the napkins? Peçeteleri kullanıyormusun |
Are you willing to try Denemek istiyor musun? |
Aren’t we eating? Yemiyor muyuz? |
Aren’t you hungry? Acıkmadın mı? |
Ask the man. Adama sor. |
At what street is the school located? Okul hangi sokakta? |
Ayşe saw them. Ayşe onları gördü. |
Ayşe walked into the building. Ayşe binanın içine yürüdü. |
Ayşen is more beautiful than Selin. Ayşen selin’den daha güzel. |
Ayşe’s is beautiful. Ayşe’ninki güzeldir. |
Baby-in-arms Ana kuzusu |
Bad news travels fast Kötü haber tez yayılır |
Barking dog never bites Havlayan köpek ısırmaz |
Barry does not have any hobbies. Barry’nin hiç hobisi yok. |
Barry has some hobbies. Barry’nin bazı hobileri var. |
Be quickly Acele et |
Be there, for me Orda ol, benim için |
Because of you Senin yüzünden |
Beth veya mary gelecek. |
Better late than never Geç olsun da güç olmasın |
Better lose the saddle than the horse Zararın neresinden dönülürse kardır |
Bob had been resting. Bob istirahat etmekteydi. |
Book of happiness Mutluluk kitabı |
Books and note-books are in the car. Kitaplar ve defterler arabanın içinde. |
Books are useful. Kitap yararlıdır. |
Both are wonderful. Her ikisi de harika! |
Both women are short. Her iki kadın da kısa. |
Bring the book to me. Kitabı bana getir. |
But how can that be? Ama bu nasıl olabilir ki? |
But I don’t know how i say Ama nasıl söylesem bilemiyorum |
But why do they call it Kızkulesi? |
Bye for a while Bir süreliğine güle güle |
Call me from this number: 053233384.... Beni bu numaradan ara: 0532 33384 .. |
Can I go? Gidebilir miyim? |
Can I show you with something? Size birşey gösterebilir miyim? |
Can I take the other one? Diğerini (diğer kalemi) alabilir miyim? |
Can I understand this book if I learn English? İngilizce öğrenirsem bu kitabı anlayabilir miyim? |
Can it rain tonight? Bu gece yağmur yağabilir mi? |
Can see the pain in your eyes Acıyı gözlerinde görebiliyorum |
Can she go too? O da gidebilir mi? |
Can you come back alone? Siz yalnız geri gelebilir misiniz? |
Can you connect me to room service please? Oda servisini bağlar mısınız |
Can you give me some water? Bana biraz su verirmisin? |
Can you help me? Yardım edebilir misiniz? |
Can you play the piano? Piyano çalabilir misin? |
Can you send me your picture? Resmini gönderir misin? |
Can you smoke in the hotel? Otelde sigara içiliyor mu? |
Can you speak Turkish? Türkçe konuşabilir misin? |
Can you tell me the time, please. Bana saati söyleyebilir misiniz? |
Can’t nothing hold us back Hiçbir şey bizi durduramaz |
Careful reading is necessary. Dikkatli okuma gereklidir. |
Cheers Şerefe |
Cheese is made from milk. Peynir sütten yapılır. |
Children enjoy playing. Çocuklar oynamaktan hoşlanırlar. |
Children should go to bed early. Çocuklar erken yatmalıdır. |
Civilized man can not live without electricity. Uygar insan elektrik olmadan yaşayamaz. |
Close your eyes Gözlerini kapat |
Come after 5;00 o’clock. Saat 5;00’ten sonra gel. |
Come along Haydi, çabuk |
Come at 5;00 o’clock. Saat 5;00’te gel. |
Come at 5;00 or 6 o’clock. Saat 5;00 veya 6;00’da gel. |
Come before 5;00 o’clock. Saat 5;00’ten evvel gel. |
Come by 5;00 o’clock. Saat 5;00’e kadar gel. |
Come in, won’t you? İçeri girmez misiniz? |
Come near. Yakına gel. |
Come on and dance with me Hadi gel dans et benimle |
Come to turkey for holiday Türkiyeye tatile gel |
Company meetings are held fortnightly. Şirket toplantıları 15 günde bir yapılır. |
Congratulations. Tebrikler. |
Could we go now? Şimdi gidebilir miyiz? |
Could we go yesterday? Dün gidebilir miydik? |
Could you pass the bread, please? Lütfen ekmeği uzatabilir misiniz? |
Could you repeat that please Tekrar edebilir misiniz? |
Covards die many times before their deaths Korkunun ecele faydası yoktur |
Cut your coat according to your cloth Ayağını yorganına göre uzat |
Çoğu erkek çocuk futboldan hoşlanır. Most boys like football. |
Did you fill the soup bowls? Siz çorba kaselerini doldurdunuzmu? |
Did you ask this subject? Siz bu konuyu sordunuzmu? |
Did you begin the school? Siz okula başladınızmı? |
Did you break the cups? Siz fincanları kırdınızmı? |
Did you bring the gold box? Siz altın kutusunu getirdinizmi? |
Did you build a school? Siz bir okul inşa ettiniz mi? |
Did you buy a helicopter? Siz bir helikopter satın aldınızmı? |
Did you catch a bear? Siz bir ayı yakaladınızmı? |
Did you choose a beautiful flower? Siz güzel bir çiçek seçdinizmi? |
Did you clean my dresses? Siz elbiselerimi temizledinizmi? |
Did you clean this class? Siz bu sınıfı temizledinizmi? |
Did you come here by train Sen buraya trenle mi geldin? |
Did you come here yesterday? Siz dün buraya geldinizmi? |
Did you cook the vermicelli soup? Siz tel şehriye çorbasını pişirdinizmi? |
Did you cut your beards? Siz sakallarınızı kesdinizmi? |
Did you drink the pomegranate water? Siz nar suyu içdinizmi? |
Did you drive the skate? Siz paten sürdünüzmü? |
Did you eat the rice soup? Siz pirinç çorbasını yedinizmi? |
Did you ever eat this fish? Bu balıktan hiç yedin mi? |
Did you ever take a wrong bus Siz yanlış bir otobüse bindiniz mi |
Did you fall from the chair? Siz sandalyeden düşdünüzmü? |
Did you feel the wind Rüzgarı hissediyor musun? |
Did you fight to the class yesterday? Sen, dün sınıfa kavga ettin mi? |
Did you fill the cups? Siz fincanları doldurdunuzmu? |
Did you find my necklace? Siz kolyemi buldunuzmu? |
Did you forget my name? Siz benim ismimi unutdunuzmu? |
Did you get the dinner? Siz akşam yemeğini hazırladınızmı? |
Did you give my keys? Siz benim anahtarlarımı verdinizmi? |
Did you go to the theater? Siz tiyatroya gitdinizmi? |
Did you hear the beautiful news? Siz güzel haberi işitdinizmi? |
Did you help your teacher? Siz öğretmeninize yardım ettiniz mi? |
Did you hit the car? Siz arabaya vurdunuzmu? |
Did you keep the silvers? Siz gümüşleri muhafaza ettiniz mi? |
Did you know the answers? Siz cevapları bildinizmi? |
Did you laugh this event? Siz bu olaya güldünüzmü? |
Did you learn the questions? Siz soruları öğrendinizmi? |
Did you leave the mosque? Siz camiyi terk ettiniz mi? |
Did you like my tortoise? Siz kaplumbağamdan hoşlandınızmı? |
Did you make the homework? Siz ev ödevini yapdınızmı? |
Did you meet my daughter? Siz benim kızım ile görüşdünüzmü? |
Did you open this subject? Siz bu konuyu açdınızmı? |
Did you owe for car? Siz araba için borçlandınız mı? |
Did you pay the weapon’s money? Siz silah’ın parasını ödedinizmi? |
Did you play the soccer? Siz futbol oynadınızmı? |
Did you put my car to garage? Siz arabamı garaja koydunuzmu? |
Did you read this beautiful stories? Siz bu güzel hikayeler okudunuzmu? |
Did you run this morning? Siz bu sabah koşdunuzmu? |
Did you say good morning? Siz günaydın dedinizmi? |
Did you see my daughter? Siz benim kızımı gördünüzmü? |
Did you sell my stories? Siz hikayelerimi satdınızmı? |
Did you send my sweater? Siz benim süeteri yolladınızmı? |
Did you shake the jevel’s box? Siz mücevher’in kutusunu salladınızmı? |
Did you show my jevels? Siz mücevherlerimi gösterdinizmi? |
Did you shut the teapot’s lid? Siz çaydanlığın kapağını kapadınızmı? |
Did you sit yesterday night? Siz dün gece oturdunuzmu? |
Did you smoke in my room? Siz odamda sigara içdinizmi? |
Did you speak all day? Siz bütün gün konuşdunuzmu? |
Did you spend your salary? Siz maaşınızı harcadınızmı? |
Did you stand in the Anıtkabir? Siz anıtkabirde durdunuzmu? |
Did you stay near my friend? Siz arkadaşımın yanında kaldınızmı? |
Did you steal my shoes? Siz ayakkabılarımı çaldınızmı? |
Did you swim on the sea? Siz denizde yüzdünüzmü? |
Did you take a pink blouse? Siz pembe bir bluz aldınızmı? |
Did you take the newspaper from table? Sen, gazeteyi masadan aldın mı? |
Did you talk near my friend? Siz arkadaşımın yanında konuşdunuzmu? |
Did you teach the dance? Siz dans etmesini öğretdinizmi? |
Did you tell my father? Siz babama söyledinizmi? |
Did you think the beautiful things? Siz güzel şeyleri düşündünüzmü? |
Did you throw my new shirt? Siz yeni gömleğimi atdınızmı? |
Did you translate this stories? Siz bu hikayeleri tercüme ettiniz mi? |
Did you understand this subject? Siz bu konuyu anladınızmı? |
Did you use the computer last week? Siz geçen hafta bilgisayarı kullandınızmı? |
Did you use this bus? Siz bu otobüsü kullandınızmı? |
Did you walk in the garden? Siz bahçede yürüdünüzmü? |
Did you wash my dresses? Siz elbiselerimi yıkadınızmı? |
Did you write this subject? Siz bu konuyu yazdınızmı? |
Did you write your name? Siz adınızı yazdınızmı? |
Do they ever eat fish? Hiç balık yerler mi? |
Do you ever seen Bursa Bursayı gördün mü? |
Do you feel in me Beni hissedebiliyor musun? |
Do you feel it? Hissediyor musun bunu? |
Do you have any friends in İzmir? İzmir’de hiç arkadaşın var mı? |
Do you have health insurance? Sağlık sigortanız var mı? |
Do you have salad? Salatanız var mı |
Do you have some time for me? Bana ayıracak biraz zamanın var mı? |
Do you have these pants in a different color? Bu pantalonun baska rengi varmı |
Do you have to go? Gitmen gerekiyor mu? |
Do you know how expensive that book is? Bu kitabın ne kadar pahalı olduğunu biliyor musun? |
Do you know how fast this car is? Bu otomobilin ne kadar hızlı olduğunu biliyor musun? |
Do you like me? Benden hoşlanıyor musunuz? |
Do you love me? Beni seviyor musun? |
Do you recognize me? Beni tanıdın mı? |
Do you remember her name now? Onun adını hatırlıyor musun? |
Do you remember me Beni hatırladın mı? |
Do you see any clouds? Hiç bulut görüyor musun? |
Do you speak english? İngilizce biliyor musunuz? |
Do you stay wiht your parent Ailenle mi yaşıyorsun |
Do you still have doubts that Hala şüphelerin var mı |
Do you understand my words? Sözlerimi anlıyor musunuz? |
Do you want a cup of coffee? Bir fincan kahve ister misin? |
Do you want another apple? Sen bir başka elma ister misin? |
Do you want me Beni istiyor musun |
Do you want me to take you? Seni almamı ister misin? |
Does it hurt when I touch? Dokunduğumda acıyor mu? |
Does it often rain here? Burada sık sık yağmur yağar mı? |
Does it rain every day? Her gün yağmur yağar mı? |
Dogs are animals. Köpek bir hayvandır. |
Dolphins are very intelligent animals. Yunuslar çok zeki hayvanlardır. |
Don´t leave me lonely Beni yalnız bırakma |
Don’t be late Geç kalma |
Don’t be a prick Hıyarlık etme |
Don’t believe what you hear Duyduklarına inanma |
Don’t believe what you see Gördüklerine inanma |
Dont bother me Benim canımı sıkma |
Dont cry Ağlama |
Don’t deny me Beni inkar etme |
Dont forget me Beni unutma |
Don’t forget to call Aramayı unutma |
Don’t get me wrong Beni yanlış anlama |
Don’t go there now. Oraya şimdi gitme. |
Don’t hide your face Yüzünü gizleme |
Don’t let me down Sakın beni bırakma |
Don’t lie to me Yalan söleme bana |
Don’t look at me Bana bakma |
Don’t make me wait Beni bekletme |
Don’t need no other Başkasına ihtiyacım yok |
Don’t run quickly. Hızlı koşma. |
Don’t talk loudly at dinner table. Yemek masasında yüksek sesle konuşma. |
Don’t tell me what to believe Bana neye inanacağımı söyleme |
Don’t wanna rush it Aceleye getirmek istemiyorum |
Don’t waste your time on me Zamanını benimle harcama |
Don’t you cry tonight Bu gece sakın ağlama |
Don’t you try to hide it Saklamaya çalışma |
Dou you like what kind men? Nasıl erkeklerden hoşlanırsın? |
Dou you like what kind men? Ne tür erkeklerden hoşlanırsın? |
Dou you like what kind music? Ne çeşit müzikten hoşlanırsın |
Dou you see me? Beni görüyor musun? |
Dou you travel often Çok gezer misin? |
Dou you want see me? Beni görmek ister misin? |
Drugs are more expensive than before. İlaçlar eskiye göre daha pahalı. |
East or West, home is the best. Doğuda veya batıda en rahatı yuvamda. |
Enjoy your meal Afiyet olsun |
Enough Yeterli, kafi, gereği kadar |
Enough is enough Her şeyin fazlası zarar |
Even the best man sometimes stumbles Hatasız kul olmaz |
Every cloud has a silver lining Her felakette bir hayır vardır |
Every cloud has a silver lining Her şeyde bir hayır vardır |
Every day we pray for you Senin için her gün dua ediyoruz |
Every night I pray Her gece dua ederim |
Every word I say is true Her söylediğim kelime doğru |
EverybOdy are standing under a big tree. Herkes bir büyük ağacın altında duruyor. |
Everyday together always Her gün birlikteydik, her zaman |
Everyone are studying in the office. Herkes ofisde çalışıyor. |
Everyone is carrying a bag. Herkes, bir çantayı taşıyor. |
Everyone is coming. Herkes geliyor. |
Everything comes to him who waits Sabreden derviş muradına ermiş |
Everything now in the past Herşey geçmişte kaldı |
Everything’s changed Her şey değişti |
Excuse me. Afedersiniz. |
Fair enough. Bu kadar yeter. |
Faruk’s books are there. Faruk’un kitapları oradadır. |
Fatma çorba tabaklarına çorba koyuyor. Fatma is putting soup in the soup plates. |
Fatma is more beautiful than Zeynep. Zeynep’ten daha güzel fatma. |
Finally everything was settled. Sonunda her şey halledildi. |
Finally i gave way Sonunda pes ettim |
First you Önce sen |
Five students are sick. Beş öğrenci hastadır. |
Follow your heart Kalbini takip et |
For me you never really had the time Benim için asla zamanın olmadı |
Fork - knife - spoon - plate - glass Çatal - bıçak - kaşık - tabak - bardak |
Fortunately, we didn’t miss the last train. Şans eseri, son treni kaçırmadık. |
Frankly, I don’t like him very much. Açıkçası, onu pek sevmem. |
Galatasaray is my favorite Football club. Galatasaray benim favori takımımdır |
Game is over Oyun bitti |
Get more close to me Bana daha yakın ol |
Get on with it! Başla! Devam et! |
Get out Çık dışarı |
Give me your address Adresini ver |
Give me your mail address Mail adresini ver |
Give the horse a little water. Ata biraz su ver. |
Give yourself to me Kendini bana bırak |
Go straight, make the second left Düz git, ikinci sola dön |
Go there on Wednesday. Oraya çarşamba günü git. |
Go to your mother on Saturday. Cumartesi günü annene git. |
God bless you Çok yaşa |
Good day İyi günler |
Good evening! İyi akşamlar |
Good food is the backbone of life Can boğazdan gelir |
Good night! İyi geceler |
Good words are worth much, and cost little Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır |
Good-bye Allahaısmarladık |
Gordon’s hat is black. Gordon’un şapkası siyahtır. |
Got me affected Beni etkiledin |
Great Harika |
Habit lasts for a life-time Can çıkmayınca huy çıkmaz |
Had he money in this pocket? Cebinde parası var mıydı? |
Had I seen the fie, I would have reported. Yangını görmüş olsaydım, bildirirdim. |
Halk oraya gidiyor. People are going there. |
Haluk is as handsome as Orhan. Haluk, orhan kadar yakışıklıdır. |
Hard work requires working hard. Ağır iş sıkı çalışmayı gerektirir. |
Hardly scarcely barely Hemen hemen hiç, hiç, ancak, güçbela, zar zor |
Has he been to England? İngiltere’de bulunmuş mu? |
Has she ever called you? O bayan size hiç telefon etti mi? |
Has the post arrived yet? Posta daha gelmedi mi? |
Hasan bakıyor, ve gülüyor. Hasan is looking and laughing. |
Hasan bey bir sandalyede oturuyor. Hasan bey is sitting on a chair. |
Hasan Bey is sitting on a chair. Hasan bey bir sandalyede oturuyor. |
Hasan is the tallest man in our class. Hasan bizim sınıfımızda en uzun adamdır. |
Hat - t-shirt - dress shirt - sweater Şapka - tişört - gömlek - kazak |
Have you ever played table tennis? Sen şimdiye kadar masa tenisi oynadın mı? |
Have you counted the chickens? Tavukları saydın mı? |
Have you done your homework? Ödevini yaptın mı? |
Have you ever been to an opera? Hiç operaya gittin mi? Opera tecrüben oldu mu? |
Have you ever been to China Hiç çinde bulundunmu? |
Have you ever been to Mexico? Sen hiç meksiko’da bulundun mu? |
Have you ever been turkey Türkiyeye geldin mi? |
Have you ever eaten caviar Hiç havyar yedinmi ? |
Have you ever eaten sushi? Hiç suşi yedin mi? |
Have you finished your homework? Ödevini bitirdin mi? = şu an hazır mı? |
Have you gone to Paris? Paris’e gittin mi? |
Have you got a pic Fotografın var mı? |
Have you got any boyfriend? Erkek arkadaşın var mı? |
Have you got mobile phone? Cep telefonun var mı? |
Have you seen her? Onu gördün mü? |
Have you seen Matthew? Matthew’i gördün mü? |
Have you seen them lately? Son zamanlarda onları gördün mü? |
Have your ever played hockey? Hiç hokey oynadın mı? |
Haven"t you got ready yet? Look at the time! Hala hazır değil misin? Saate bak! |
He abduct O kaçırır |
He abduct the bus. O, otobüsü kaçırır. |
He abort O düşürür |
He abort your child. O, senin çocuğunu düşürür. |
He accomplish O başarır |
He accomplish the quiz. O, sınavı başarır. |
He accost O sarkıntılık eder |
He accustom O alıştırır |
He accustom you cigarettes. O, seni sigaralara alıştırır. |
He acknowledge you. O, seni tanır. |
He acquit O beraat ettirir |
He adjust the cinema time. O, sinema zamanını ayarlar. |
He admit the crime. O, suçu itiraf eder. |
He affiliate with the cupboard. O, dolapla birleşir. |
He always behaves naturally. O daima doğal hareket eder. |
He always comes late. O daima geç gelir. |
He always gets up very early. O daima çok erken kalkar. |
He amass my bag. O, benim çantamı getirir. |
He angle this world. O, bu dünyayı başka açıdan gösterir. |
He announce the meeting. O, toplantıyı ilan eder. |
He apportion the apples. O, elmaları paylaştırır. |
He apprise the event. O, olayı söyler. |
He associate you a famous. O, seni bir ünlü benzetir. |
He avenge from he of friends. O, arkadaşlardan onun öcünü alır. |
He await the bus. O, otobüsü bekler. |
He backspace the word. O, sözcüğü siler. |
He bash the man. O, adama şiddetle vurur. |
He became a doctor. Doktor oldu. |
He became happy. Mutlu oldu. |
He became ill. Hastalandı. |
He buy food for his children. O, onun çocukları için yiyeceği satın alır. |
He called me to help him with his work. Beni, işine yardım edeyim diye çağırdı. |
He can hardly see. O pek göremez. |
He can speak good English. İngilizce’yi iyi konuşur. |
He can’t see very well. Çok iyi göremez. |
He come after ten o’clock . O, saat ondan sonra gelir. |
He couldn’t sleep until dawn. Gün doğana kadar uyuyamadı. |
He finished three days ago Üç gün önce bitirdi |
He gave me. O bana verdi. |
He goes to work on Saturdays. Cumartesi günleri işe gider. |
He had a big basket in his hand. Onun ellerinde bir büyük sepet var. |
He had examined me before. Beni daha önce de muayene etmişti. |
He has a big book in his hand. Onun ellerinde büyük bir kitap var. |
He has a memory like sieve Hafızası çok kötüdür |
He has achieved his goal already Hedefine ulaştı bile |
He has always been honest O daima dürüst olmuştur |
He has broken his leg Ayağını kırdıayağı halen kırık |
He has just gone home O, biraz önce evden çıktı |
He has just gone out Henüz dışarı çıktı |
He has just left. Az önce ayrıldı. |
He has not shown up lately Son zamanlarda ortalıkta görünmüyor |
He has studied English and French O, ingilizce ve fransızca okudu |
He has studied English for 5 years. Beş yıldır ingilizce öğreniyor. |
He has thinking of resigning. İstifa etmeyi düşünüyordu. |
He has wery money. Onun çok parası var. |
He has won 3 Oscars 3 oscar kazandı |
He is crossing river by ship. O nehiri gemiyle geçiyor. |
He is a good boy. O iyi bir çoçuktur. |
He is a little lazy. O biraz tembeldir. |
He is an interesting person. O ilginç bir kimsedir. |
He is at home, isn’t he? O evdedir, değil mi? |
He is at home. O evdedir. |
He is at school today. Bugün okuldadır. |
He is beginning to say a few English words. O birkaç ingilizce kelime söylemeye başlıyor. |
He is cooking the vegetables. O, sebzeleri pişiriyor. |
He is drawing a map on the blackboard. O , karatahtada bir harita çiziyor. |
He is eating my soup. O , benim çorbamı yiyor. |
He is experienced enough to solve this problem. O bu sorunu çözecek kadar deneyimlidir. |
He is going to Ankara by train. O, trenle ankara’ya gidiyor. |
He is in trouble. Başı belada. |
He is learning English with her friends. O, onun arkadaşlarıyla ingilizce’yi öğreniyor. |
He is leaving our country at the end of this month. O, bu ayın sonunda bizim ülkemizden ayrılıyor. |
He is looking the mountaines. O, dağlara bakıyor. |
He is looking at the sports page. O, spor sayfasına bakıyor. |
He is looking at Zeynep with empty eyes. O, boş gözlerle zeynep’e bakıyor. |
He is looking for his bag. O, onun çantasını arıyor. |
He is much happy than before. Eskisinden çok daha mutlu. |
He is my closest friend O benim en yakın arkadaşım |
He is not a very polite person. O çok kibar bir insan değildir. |
He is not going to buy the house. O, evi satın almayacak. |
He is possibly a crook. O muhtemelen bir sahtekar. |
He is rather stupid, but his friend is fairly clever. O oldukça aptaldır ama kızkardeşi oldukça zekidir.) |
He is reading a newspaper. O bir gazete okuyor. |
He is rich enough to buy that land. O araziyi alacak kadar zengin. |
He is saying our event. O , bizim olayı diyor. |
He is sitting near me. O benim yanımda oturur. |
He is smiling and is begining to walk. O gülümsüyor ve yürümeye başlıyor. |
He is smoking a cigarette. O bir sigara içiyor. |
He is such a nice person that everybOdy likes him. O kadar iyi bir insan ki herkes onu sever |
He is talking in the library. O, kütüphanede konuşuyor. |
He is talking loud Yüksekten atıyor. |
He is the best athlete in our school. Okulumuzdaki en iyi sporcudur. |
He is the best driver that ı’ve seen. Gördüğüm en iyi sürücüdür. |
He is the best man I have ever seen O gördüğüm en iyi insandır |
He is the tallest boy in our class. Sınıfımızın en uzun boylu çocuğudur. |
He is too old. O çok (aşırı) yaşlı. |
He is too young to marry. Evlenmek için çok genç. |
He is very talented. O çok yeteneklidir. |
He is waiting at home now. O, şimdi evde bekliyor. |
He lives a high life. Lüks bir yaşantısı var. |
He lives on Büklüm Street. Büklüm sokağında oturuyor. |
He look at the travel brochure. O, yolculuk broşürüne bakar. |
He looks quit tired. O oldukça yorgun görünüyor. |
He made up his mind to stay. Kalmaya karar verdi. |
He might have given the painting to someone Boyayı birine vermiş olabilir |
He must not have finished yet. Henüz bitirmemiş olmalı. |
He never smokes. O asla sigara içmez. |
He run now in the garden. O şimdi bahçede koşar. |
He said he might come late. Geç gelebileceğini söyledi. |
He said he would call me. Beni arayacağını söyledi. |
He said I should stay with him. Onunla kalmam gerektiğini söyledi. |
He said I’d better slow down. Yavaşlamamın iyi olacağını söyledi. |
He say a few English words. Birkaç ingilizce kelime söyler. |
He should have played better. Daha iyi oynaması gerekirdi. |
He should have told you earlier Sana daha önce söylemeliydi |
He sometimes goes fishing. Bazan balığa gider. |
He studied sufficiently. Yeteri kadar çalıştı. |
He talks all the time. O, sürekli konuşur. |
He talks too quickly to understand. O anlaşılamayacak kadar hızlı konuşuyor. |
He told me he might be late. Bana gecikebileceğini söyledi. |
He wait four hours you. O, dört saat seni bekler. |
He walks slowly. O ,yavaş yürür. |
He went home to change his clothes. Eve elbisesini değiştirmek için gitti. |
He will be 24 by the time he has finished school Okulu bitirdiğinde 24 yaşında olacak |
He won’t lend me any money. Bana hiç borç para vermeyecek. |
He writes his name with a red pencil. O kırmızı bir kurşun kalem ile onun adını yazar. |
He wrote a letter to him. Ona bir mektup yazdı. |
He wrote it himself. O kendisi yazdı. |
He’s fairly a good teacher. Gerçekten iyi bir öğretmendir. |
He’s quite an interesting man. O çok ilginç bir adamdır. |
Help the man. Adama yardım et. |
Her latest book is about child care.Son Yeni kitabı çocuk bakımı hakkındadır. |
Her little girl is much better than my daughter. Benim kızımdan çok daha iyi onun küçük kızı. |
Her mother knows where she goes. Annesi onun nereye gittiğini biliyor. |
Her work is very much better. Onun çalışması çok daha iyi |
Here I am İşte ben |
Here I am again Yine buradayım |
Herkes bir büyük ağacın altında duruyor. EverybOdy are standing under a big tree. |
Herkes bir madeni parayı almayı deniyor. EverybOdy are trying to get a coin. |
Herkes geliyor. Everyone is coming. |
Herkes ofisde çalışıyor. Everyone are studying in the office. |
Herkes, Anıtkabir’i ziyaret ediyor. EverybOdy are visiting the anıtkabir. |
Herkes, bir çantayı taşıyor. Everyone is carrying a bag. |
Herşeyi olduğu gibi söyler She tells it like it is |
He’s gone to the fish market Balık pazarına gitti |
His house is in İstanbul? Evi istanbul’dadır. |
His presence at the meeting was surprising. Toplantıda bulunuşu şaşırtıcıydı. |
His speech was fairly effective. Onun konuşması epeyi etkiliydi. |
His teachers’ cars aren’t new. Onun öğretmenlerinin otomobilleri yeni değildir. |
His Turkish is very bad. Onun Türkçesi çok kötü. |
Honestly, I am not so pleased with her performance. Dürüstçesi, onun performansından pek memnun kalmadım. |
Hopefully, he won’t fail in the exam. İnşAllah, sınavda başarısız olmaz. |
Hour - day Saat - gün |
How are all my teachers and friends? Nasıl benim bütün öğretmenlerim ve arkadaşlarım? |
How are you getting the money? Nasıl para alıyorsun? |
How are you? Nasılsınız? |
How are your wife and your daughter? Sizin eşiniz ve sizin kız evlat nasıldır? |
How big is your room? Odanız ne kadar büyüktür? |
How can I be sure that you won’t go Gitmeyeceğinden nasıl emin olabilirim |
How could you do it! Bunu nasıl yapabildin! |
How could you ever be so cold ? Nasıl bu kadar soğuk kanlı olabildin? |
How did it end up like this? Nasıl bu hale geldi? |
How do I catch the mouse? Ben fareyi nasıl yakalarım? |
How do you do Memnun oldum |
How do you do it? Onu nasıl yaparsınız? |
How does he find his way? Yolunu nasıl bulur? |
How far is Ankara? Ankara ne kadar uzaklıktadır? |
How high is this mountain? Bu dağ ne kadar yüksekliktedir? |
How is business? İşler nasıl? |
How is everything Durumun nasıl? |
How is your family? Aileniz nasıl? |
How is your mother? Sizin anne nasıldır? |
How is your wife? Eşin nasıl? |
How long can you tolerate it Buna ne kadar tahammül edebilirsin |
How long does it take to go there? Oraya gitmek ne kadar alır? |
How long have you been at this school? Ne kadar süredir bu okulda bulunmaktasın? |
How long is a class? Bir ders ne kadar sürer? |
How long is this table? Bu masa ne kadar uzunluktadır? |
How long shall we stay in Paris? Paris’de biz ne kadar zaman kalacağız? |
How many are there? Kaç tane vardır? |
How many books do you have? Kaç tane kitabın var? |
How many coins did you get? Siz kaç tane madeni paralar hazırladınız? |
How many dogs and cats are there behind the car? Arabanın arkasında kaç tane köpekler ve kediler vardır? |
How many people are here? Kaç kişi buradadır? |
How much are these shoes? Bu ayakkabı kaça |
How much are they? Onlar ne kadardır? |
How much does it cost? Fiyatı ne kadar? |
How much is a kilo? Kilosu kaçadır? |
How much is it? Kaç lira? |
How much money is lost? Ne kadar para kayboldu? |
How much shall I give? Ben ne kadar vereceğim? |
How much time do we have? Ne kadar zamanımız var? |
How often do you come here? Buraya ne kadar sık gelirsiniz? |
How old are you? Kaç yaşındasınız? |
How old is this building? Bu bina ne kadar eskidir? |
How shall we go there? Biz nasıl oraya gideceğiz? |
How shall we go? Nasıl gidelim? |
How surprised she was! Nasıl da şaşırmıştı! |
How tall are you? Boyunuz ne kadardır? |
How tall is this building? Bu bina ne kadar yüksekliktedir? |
How was I to know? Nasıl bilebilirdim ki? |
How was your shopping? Sizin alışveriş nasıldı? |
How would you like to go? Nasıl gitmek istersiniz? |
Hurry up and come and save me Acele edin gelip beni kurtarın |
I attempt he. Ben, onu denerim. |
I attempt the dance. Ben, dansı denerim. |
I attempt the volleyball. Ben, voleybolu denerim. |
I use the tractor every day. Ben, her gün traktörü kullanırım. |
I wash my face with cold water. Ben, soğuk suyla benim yüzümü yıkarım. |
I abandon Ben bırakırım |
I abandon the cigarette. Ben, sigarayı bırakırım. |
I accelerate Ben hızlandırırım |
I accelerate the work. Ben, işi hızlandırırım. |
I acquire two tickets. Ben, iki bileti elde ederim. |
I addict my program. Ben, benim programıma bağımlı olurum. |
I admonish my friend. Ben, benim arkadaşımı kibarca uyarırım. |
I advise you to always behave naturally. Sana daima doğal davranmanı tavsiye ederim. |
I affect the everybOdy. Ben, herkesi etkilerim. |
I affix my notebook. Ben, benim defterimi iliştiririm. |
I also know how to play basketball. Basket oynamasını da bilirim. |
I always brushed my teeth before I want to bed. Yatmadan önce dişlerimi fırçalardım. |
I always do my work first. Her zaman işimi önce yaparım. |
I always get up and go Hep uyanıp gidiyorum |
I always get up early. Daima erken kalkarım. |
I always look at the world through rose coloured g Dünyaya her zaman pembe gözlüklerle bakarım |
I am opening the train’s windows now. Ben, şimdi trenin pencerelerini açıyorum. |
I am talking for you. Ben, senin için konuşuyorum. |
I am thinking thanking for help. Ben yardım için teşekkür etmeyi düşünüyorum. |
I am useing the computer every time. Ben, her zaman bilgisayarı kullanıyorum. |
I am accusromed to reading at night. Geceleri okumaya alışkınım. |
I am also well,thank you. Bende iyiyim çok teşekkürler. |
I am an accountant Ben muhasebeciyim |
I am angry. Kızgınım. |
I am answering the telephone. Ben, telefonu cevaplıyorum. |
I am bored stiff. Sıkıntıdan patlıyorum |
I am buying a cheap jacket. Ben, ucuz bir ceketi satın alıyorum. |
I am catching the fly. Ben, sineği yakalıyorum. |
I am cleaning my computer. Ben, benim bilgisayarımı temizliyorum. |
I am coll Bomba gibiyim |
I am coming from Ankara. Ben, ankara’dan geliyorum. |
I am cool! Harikayım |
I am correcting my mistake. Ben, benim hatamı düzeltiyorum. |
I am counting the children. Ben, çocukları sayıyorum. |
I am crying for the ill brother. Ben, hasta erkek kardeş için ağlıyorum. |
I am cuting the watermelon. Ben, karpuzu kesiyorum. |
I am cuting the watermelon. Ben, karpuzu kesiyorum. |
I am cutting the bread with a knife. Ben, bir bıçakla ekmeği kesiyorum. |
I am dancing by my baby. Ben, benim bebeğimle dans ediyorum. |
I am dead bored Canım çok sıkılıyor. |
I am dieing from cold. Ben, soğuktan ölüyorum. |
I am doing my homework. Ben, benim ödevimi yapıyorum. |
I am done with this Benden bu kadar |
I am enjoying your dresses. Ben, senin giysilerini beğeniyorum. |
I am feeling happy already. Ben, şimdiden mutlu hissediyorum. |
I am filling the tea the cups. Ben, çayı fincanlara dolduruyorum. |
I am fine, too. Ben de iyiyim. |
I am forgeting your name. Ben, senin ismini unutuyorum. |
I am getting angry. Kızmaya başlıyorum. |
I am giving my book to my teacher. Ben, benim öğretmenime benim kitabımı veriyorum. |
I am glad we met Tanıştığımıza çok memnun oldum |
I am going in shame. Utanıyorum |
I am going shopping alone. Ben yalnız alışverişe gidiyorum. |
I am going the cinema with my girl friend. Ben, benim kız arkadaşımla sinemaya gidiyorum. |
I am going to give these to my friends. Ben, benim arkadaşlarıma bunlara vereceğim. |
I am going to San Diego San diego’ya gidiyorum. |
I am going to study English this year. Bu yıl, ingilizce çalışacağım. |
I am going to the cinema. Ben, sinemaya gidiyorum. |
I am going to theater early tonight. Ben, bu gece tiyatroya erken gidiyorum. |
I am going to Turkey from England. Ben, ingiltere’den türkiye’ye gidiyorum. |
I am going with my father. Ben, benim babamla gidiyorum. |
I am growing impatient. Sabrım taşıyor. |
I am hungry. Açım. |
I am in a hurry Acelem var |
I am in a red Boğazıma kadar borca battım |
I am interested in your past. Senin geçmişinle ilgiliyim. |
I am learning English. Ben, ingilizce’yi öğreniyorum. |
I am leaving İstanbul next week. Gelecek hafta istanbul’dan ayrılacağım. |
I am leaving tomorrow. Yarın hareket ediyorum.. |
I am less patient than a saint. Ben bir azizden daha az sabırlıyım. |
I am looking for my dog. Ben benim köpeğimi arıyorum. |
I am looking for my glasses. Ben, benim gözlüklerimi arıyorum. |
I am looking forward to seeing you. Sizi görmek için sabırsızlanıyorum. |
I am losing my everything. Ben, benim her şeyimi kaybediyorum. |
I am loving my girl friend. Ben, benim kız arkadaşımı seviyorum. |
I am making a chair. Ben bir sandalyeyi yapıyorum. |
I am making a chair. Ben bir sandalyeyi yapıyorum. |
I am meeting you in the cafe now. Ben, şimdi kafede seni karşılıyorum. |
I am not fighting with your father. Ben, senin babanla kavga etmiyorum. |
I am not waiting my girl friend. Ben, benim kız arkadaşımı beklemiyorum. |
I am not as enthusiastic about this as you are. Bu konuda senin kadar hevesli değilim. |
I am not as happy as you are. Ben senin kadar mutlu değilim. |
I am not going to cook. Ben yemek pişirmiyeceğim. |
I am not missing nothing. Ben, hiçbir şeyi kaçırmıyorum. |
I am not shaking the eggs. Ben yumurtaları sallamıyorum. |
I am not working today. Ben, bugün çalışmıyorum. |
I am promising for to learn. Ben söz veriyorum öğrenmek için. |
I am reading a new book this week. Bu hafta yeni bir kitap okuyorum. |
I am really sleepy Çok uykusuzum |
I am receiveing the presents today. Ben bugün hediyeler alıyorum. |
I am remembering your friends’ name. Ben senin arkadaşlarının ismini hatırlıyorum. |
I am saying the telephone numbers. Ben, telefon numaralarını söylüyorum. |
I am showing my photos my girl friend. Ben kız arkadaşıma fotoğraflarımı gösteriyorum.. |
I am sick Hastayım |
I am sitting in the chair now. Şimdi koltukta oturuyorum. |
I am skinny. Ben sıskayım. |
I am snowed under Çok yoğunum |
I am so young and you are so old. Ben çok gencim ve sen çok yaşlısın |
I am sorry, my English isn’t very good. Ben üzgünüm, benim ingilizcem çok iyi değildir. |
I am staying in Bursa Ben bursada oturuyorum |
I am stronger than he is. Ben ondan daha güçlüyümdür. |
I am studying French this year. Bu yıl ben fransızca çalışıyorum. |
I am sure. Eminim |
I am surprised. Şaşırdım. |
I am talking by your father. Ben babanızla konuşuyorum. |
I am telling English. Ben, ingilizce söylüyorum. |
I am telling every time. Ben, her zaman söylüyorum. |
I am thanking my friends always. Ben, her zaman benim arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. |
I am thinking about the museum tour. Ben, müze turu hakkında düşünüyorum. |
I am tired. Yorgunum. |
I am to start work next week. Gelecek hafta işe başlamam gerekiyor. |
I am too alone. Ben çok yalnızım. |
I am too tired to go to the cinema. Sinemaya gidemeyecek kadar yorgunum. |
I am touching the snake. Ben, yılana dokunuyorum. |
I am trying to teach Zeynep English. Ben zeynep’e ingilizce öğretmeyi deniyorum. |
I am trying you. Ben, seni deniyorum. |
I am trying you. Ben, seni deniyorum. |
I am Turkish. I am coming from Istanbul Türküm, istanbul’dan geliyorum |
I am understanding you. Ben, seni anlıyorum. |
I am used to getting up early. Erken kalkmaya alışkınım. |
I am very good at tennis. Teniste iyiyimdir. |
I am very happy here, but I miss you all. Burada çok mutluyum fakat hepinizi çok özlüyorum. |
I am very happy. Ben çok mutluyum. |
I am Very well, thank you. Çok iyiyim, teşekkür ederim |
I am waiting Bekliyorum |
I am wanting to buy everything. Ben her şeyi satın almayı istiyorum. |
I am watching the dresses in the shop. Ben , mağazada elbiseleri seyrediyorum. |
I am well. İyiyim. |
I am wery surprised. Çok şaşırdım. |
I am working part-time. Ben yarım gün çalışıyorum. |
I am writing on the blackboard. Ben, karatahtada yazıyorum. |
I amble the way. Ben, yolda yavaşça yürürüm. |
I ameliorate my mistake. Ben, benim hatamı düzeltirim. |
I amend your garden. Ben, senin bahçeni ıslah ederim. |
I amuse the girls. Ben, kızları eğlendiririm. |
I annihilate this gun. Ben, bu silahı yok ederim. |
I annotate my door. Ben, benim kapıma açıklayıcı not eklerim. |
I anticipate from you. Ben, senden önce davranırım. |
I appease my mother. Ben, benim annemi yatıştırırım. |
I appreciate the things ya do to please me Beni memnun etmek için yaptıklarına minnettarım |
I articulate about your friends. Ben, senin arkadaşlarının hakkında açık konuşurum. |
I ask this address. Ben, bu adresi sorarım. |
I ate the salad. Ben , salata yedim. |
I atone my brother. Ben, benim erkek kardeşimin gönlünü alırım. |
I attend from the balcony. Ben, balkondan bakarım. |
I attend from the hill. Ben, tepeden bakarım. |
I attend from the window. Ben, pencereden bakarım. |
I bathe my foots. Ben, benim ayaklarımı yıkarım. |
I beat your friend of the chess. Ben, senin satranç arkadaşını yenerim. |
I beckon the yellow house. Ben, sarı eve işaret ederim. |
I been longing for the moment Bu anı bekleyip durdum |
I began to run. Ben koşmaya başladım. |
I beguile my mother. Ben, benim annemi kandırırım. |
I belabor my father. Ben, benim babamı ikna ederim. |
I believe the god. Ben, tanrı’ya inanırım. |
I belittle my friends. Ben, benim arkadaşlarımı küçümserim. |
I berate your friends. Ben, senin arkadaşlarını azarlarım. |
I beset the bag my car. Ben, çantayı benim arabama sıkıştırırım. |
I bet for horse. Ben, at için bahse girerim. |
I bit the dog. Ben, köpeği ısırdım. |
I blaspheme about his friend. Ben, onun arkadaşının hakkında kötü sözler söylerim. |
I borrow from my friend. Ben, benim arkadaşımdan ödünç alırım. |
I bought these things. Ben , bu şeyleri satın aldım. |
I breathe every time. Ben, her zaman nefes alırım. |
I breed a cow. Ben, bir ineği beslerim. |
I broadcast my novel. Ben, benim romanımı yayınlarım. |
I broke the glass. Ben , bardağı kırdım. |
I brought your jacket. Ben ceketinizi getirdim. |
I burnt the CD. Ben, cd’i yaktım. |
I buy a book. Ben, bir kitabı satın alırım. |
I buy a car. Ben, bir arabayı satın alırım. |
I buy a jacket. Ben, bir ceketi satın alırım. |
I calculate our money. Ben, bizim paramızı hesaplarım. |
I came earlier. Ben daha erken geldim. |
I came from Ankara. Ben ankara’dan geldim. |
I came home early last year. Geçen yıl eve erken gelirdim. |
I came home to have lunch. Eve yemek yemeğe geldim. |
I can drive faster than you. Senden daha hızlı sürebilirim. |
I can go back Geri dönebilirim |
I can hardly hear you. Seni (hemen hemen) hiç duymuyorum. |
I can see you hardly. Seni güçlükle(zarzor) görebiliyorum. |
I can speak English as well as you. Senin kadar iyi ingilizce konuşabilirim. |
I can speak very little english Çok az ingilizce biliyorum |
I can tell what your thinking Ne düşündüğünü söyleyebilirim |
I can understand you perfectly. Seni mükemmelen anlayabiliyorum. |
I cannot take this anymore Artık buna dayanamıyorum |
I can’t be happy Mutlu olamıyorum |
I cant believe my ears. Kulaklarıma inanamıyorum. |
I can’t block you out Seni düşüncemden çıkaramıyorum |
I can’t decide which to buy. Hangisini alacağıma karar veremiyorum. |
I can’t forget Fatma Girik’s last film. Ben, fatma girik’in son filmini unutamam. |
I can’t go on Devam edemiyorum |
I can’t hear what you are saying. Ne dediğini işitemiyorum. |
I can’t hear you. Sizi duyamıyorum. |
I cant live without you. Sensiz yaşayamam |
I can’t live without your love. Senin aşkın olmadan yaşayamam |
I can’t remember how many times ı’ve seen her. Onu kaç kez gördüğümü hatırlamıyorum. |
I can’t see anything Hiçbir şey göremiyorum |
I can’t see your face Yüzünü göremiyorum |
I can’t sleep at night Geceleri uyuyamıyorum |
I can’t think Düşünemiyorum |
I can’t think of a single thing Tek bir şey bile düşünemiyorum |
I can’t understand how they do it. Onu nasıl yaptıklarını anlayamıyorum. |
I catch the cat. Ben, kediyi yakalarım. |
I caught those birds. Ben şunlar kuşları yakaladım. |
I change his notebook. Ben, onun defterini değiştiririm. |
I choose a beautiful flower. Ben, güzel bir çiçeği seçerim. |
I chose these fruits. Ben , bu meyvaları seçtim. |
I clean the window. Ben, pencereyi temizlerim. |
I come the theater. Ben, tiyatroya gelirim. |
I continue the talk . Ben, konuşmaya devam ederim. |
I cook the fish good. Ben, balığı iyi pişiririm. |
I correct his mistake. Ben, onun hatasını düzeltirim. |
I could beat him now. Onu şimdi yenebilirim. |
I could beat him then. Onu o zaman yenebilirdim. |
I could not quite understand what you said. Tam olarak ne söylediğinizi anlıyamadım |
I could run fast when I was young. Gençken hızlı koşabilirdim. |
I couldnt care less! Beni ilgilendirmez! |
I count the moneys. Ben, paraları sayarım. |
I cross by the bicycle. Ben, bisikletle geçerim. |
I cry the ill humans. Ben, hasta insanlar ağlarım. |
I cut the meat with a big knife. Ben, büyük bir bıçakla eti keserim. |
I cut my finger. Parmağımı kesdim. |
I cut the bread. Ben, ekmeği keserim. |
I dance nice. Ben, güzel dans ederim. |
I did my work as he had taught me. İşimi bana öğrettiği gibi yaptım. |
I did not like this pen. Bu kalemi sevmedim. |
I didn’t know. Bilmiyordum. |
I die for you. Ben, senin için ölürüm. |
I do not want these plates. Bu tabakları istemiyorum. |
I don`t know Bilmiyorum |
I don`t know what I want Ne istediğimi bilmiyorum |
I don`t lie Yalan söylemem |
I don’t believe you know me Beni inanmıyorum tanıdığına |
I dont care if that’s not fair Bu adil mi değil mi umursamıyorum |
I don’t even know Ben bile bilmiyorum |
I don’t have to go. Gitmek zorunda değilim. |
I don’t look at the clock Saate bakmıyorum |
|
İt is five to six Saat 5:55 |
İt is for the best Böylesi en hayırlıdır. |
İt is four fourty five / quarter to five Saat 4:45 |
İt is noon Saat 12:00 p.m. |
İt is one fifteen / it is quarter after one Saat 1:15 a.m. |
İt is ten after midnight Saat 12:10 a.m. |
İt is three thirty Saat 3:30 |
İt sounds so good Kulağa çok hoş geliyor |
İt`s time to go Gitme zamanı geldi |
İt’s right for me Bana göre doğru |
İt’s all up to you Her şey sana bağlı |
İt’s going to carry on Bu böyle devam edecek |
İt’s not just gonna to happen like that Bu sefer öyle olmayacak |
İt’s not that bad O kadar da kötü değil |
İt’s so boring Çok sıkıcı |
January - february - march -april Ocak - şubat - mart - nisan |
Japan has become a super power Japonya süper bir güç oldu |
John has taught math for twenty years John 20 yıldır matematik öğretiyor |
John taught math for twenty years John 20 yıl matematik öğretti |
Just give me myself Beni kendime bırak |
Just have a look Sadece bir göz at |
Just like before Her zamanki gibi |
Just settle down my dear Sadece rahatına bak sevgilim |
Just tell me the truth Bana sadece doğruyu söyle |
Kemal’s horse is under the tree. Kemal’in atı ağacın altındadır. |
Kiss my ass Havanı alırsın |
Korku filmlerinden hoşlanır. She likes horror films. |
L done made it through Basardim |
L don’t give a damn about who’s around Etrafımdakileri umursamam |
Last summer we went to Antalya. Geçen yaz antalya’ya gittik. |
Last week the weather was awfull. Geçen hefta hava berbattı. |
Last Year, last month, last week Geçen yıl, geçen ay, geçen hafta |
Lately I’m so tired Son günlerde çok yorgunum |
Let me go Bırak da gideyim |
Let me introduce you myself Sana kendimi tanıtıyım |
Let´s make a new start Hadi yeni bir başlangıç yapalım |
Lets go Gidelim |
Lets go out Dışarı çıkalım |
Let’s go to a cinema. Bir sinemaya gidelim. |
Let’s go! Hadi gidelim |
Let’s have dessert also. Tatlı da yiyelim |
Let’s sit at this table. Bu masaya oturalım |
Let’s take a taxi. Taksiye binelim. |
Let’s take a walk. Yürüyüş yapalım. |
Lets talk Hadi konuşalım |
Lets we talk over often Görüşelim |
Let’s write Yazişalım |
Life seems so pathetic Hayat beş para etmez görünüyor |
Listen to me now Şimdi beni dinle |
Listen to the melody Melodiyi dinle |
Look into my eyes Gözlerimin içine bak |
Looks like you Sana benziyor |
Lora has never broken a leg Lora bacağını hiç kırmadı |
Love endlessly Sonsuza dek sev |
Love in my heart is forever. Sevgim sonsuza dek sürecek |
Mad years passed Çılgın yıllar geçti |
Man has his problems. İnsanların kendi sorunları vardır. |
Man make houses, women make homes Yuvayı dişi kuş yapar |
Mankind has always progressed İnsanlık daima ilerlemiştir |
Many a little makes a mickle Damlaya damlaya göl olur |
Mary had not been coming home. Mary eve gelmekte değildi. |
May I have your address? Adresinizi alabilir miyim? |
May I have your phone number please? Telefon numaranızı alabilir miyim? |
May I help you? Yardımcı olabilir miyim? |
May I join you? Size katılabilir miyim? |
May I see your passport please? Pasaport lütfen |
May I write a check? Çek yazabilir miyim? |
Maybe when time goes by ı’ll understand Belki zaman geçtikçe anlarım |
Me too! Ben de |
Mehmet is expert on computer. Mehmet bilgisayarda uzmandır. |
Mehmet’s father is a teacher. Mehmet’in babası bir öğretmendir. |
Mehmet’s is the most interesting book in the group. Mehmet’inki, gruptaki en enteresan kitaptır. |
Melissa waited for 30 minutes Melisa 30 dakika bekledi |
Mind your own business Siz kendi işinize bakın |
Modern cars don’t make much noise. Modern arabalar fazla gürültüyü yapmaz. |
Monday - tuesday - wednesday Pazartesi - salı - çarşamba - |
More importantly, I did it my way. Daha önemlisi, herşeyi bildiğim gibi yaptım. |
More or less Aşağı yukarı |
Most of the apples were bad. Çoğu elmalar kötüydü. |
Most people have stopped smoking. Çoğu insanlar sigarayı bıraktı. |
Move it slow Yavaş hareket et |
My bag are cheaper and better than the others. Benim çantam diğerlerinden daha ucuz ve daha iyi. |
My brother is a lawyer. Erkek kardeşim avukattır. |
My children know the address. Benim çocuklarım, adresi bilir. |
My computer automate the work. |
My daughters are putting this table the flowers. |
My english is not good. İngilizcem iyi değil |
My father build the bridges. Benim babam, köprüleri inşa eder. |
My father grows wheat. Benim babam, buğday yetiştirir. |
My father invited the children to england. |
My father is in Afrika. Babam afrika’dadır. |
My father is on the telephone. Babam telefonda. |
My father is teaching English at a school. Babam bir okulda ingilizceyi öğretiyor. |
My father’s English isn’t very good. Benim babamın ingilizcesi çok iyi değildir. |
My Father’s name is Tom. Babamın adı tom’dur. |
My friend await your doctor. |
My friends are laughing the comic events. Benim arkadaşlarım, komik olaylara gülüyor. |
My friends can speak English better than I. Arkadaşlarım ingilizce’yi benden iyi konuşabiliyorlar. |
My grandmother await the train. |
My heart is breaking Kalbim kırılıyor |
My heart is worn Kalbim yıprandı |
My house is a little far from here. Evim buradan biraz uzak. |
My life is all you Yaşamım senden ibaret |
My money was stolen. Param çalındı. |
My monkeys are playing in the circus. |
My mother has a green hat. Annemin yeşil bir şapkası var. |
My mother is a good cook. Annem bir iyi aşçıdır. |
My mother is going to buy a new dress. Benim annem, yeni bir giysi satın alacak. |
My mother is inviting you the dinner. Benim annem, seni yemeğe davet ediyor. |
My mother is talking at the telephone. Benim annem, telefonda konuşuyor. |
My mother is talking at the telephone. Benim annem, telefonda konuşuyor. |
My Mother’s name is Suzan. Annemin adı suzan’dır. |
My mouth can’t speak Ağzımdan laf çıkmyor |
My name is.... Benim adım ....... |
My patience getting short Sabrım azalıyor |
My room number is 233 Oda numaram 234 |
My son’s name is Mark Oğlumun adı mark. |
My sweet angel Tatlı meleğim |
My wife’s name is Marylynne Eşimin adı marylynne |
My work is over. We can go out now. İşim bitti. Şimdi çıkabiliriz. |
Never felt so lonely I Hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim ben |
Never leave me Beni hiç terketme |
Nevermind Boşver |
Nice meeting you Sizinle tanışmak çok hoş |
Nice to meet you Tanıştığımıza memnun oldum |
Nice to see you. Seni gördüğüme sevindim |
No money Para yok |
No one can better this Kimse bunu daha iyi yapamaz |
No one can live in sorrow Kimse acılar içinde yaşayamaz |
No one really knows why this is happening Kimse gerçekten bilmez bunun neden olduğunu |
No, thanks I"ve already had one Hayır, teşekkürler ben çoktan bir tane içtim |
NobOdy is calling you. Kimse seni aramıyor. |
NobOdy one is waiting for you. Seni hiç kimse beklemiyor |
NobOdy wants to be alone Hiç kimse yalnız olmak istemez |
Not a moment to spare Boşa harcayacak bir dakikam yok |
Not so great O kadar da iyi değil |
Not so hot Pek iyi sayılmaz |
Not yet Henüz değil |
Nothin’ in my life has been the same Hayatımdaki hiçbir şey eskisi gibi olmadı |
Nothing is brothering me. Hiçbir şey beni rahatsız etmiyor. |
Nothing really matters Hiçbir şey önemli değil |
Nothing so bad but might have been worse. Beterin beteri var |
Nothing takes the past away Hiçbir şey geçmişi silemez |
Now and then Ara sıra |
Now I am sending my picture to you Sana resmimi gönderiyorum |
Now ı’ll run from you Şimdi senden kaçıyorum |
Now there’s no point in placing the blame Şimdi suçlu aramanın anlamı yok |
Now we are quits. Şimdi ödeştik. |
Now you`re here by my side Şimdi burada, yanımdasın |
Nowadays Bu günlerde |
Nurten has been ill. Nurten hasta oldu. |
O bir dergi okuyor. She is reading a magazine. |
O could have gone there, but I didn’t. Oraya gidebilirdim, ama gitmedim. |
O otelde kalıyor. She is staying in the hotel. |
O.K. - see you later Oldu - görüşmek üzere... |
O.K. Buddy! Tamam dostum |
O.K. Let’s catch a taxi. Tamam, gel taksiye atlayalım |
Oh my god Aman tanrım |
Oh, God! How could you do it! Tanrım! Bunu nasıl yapabildin! |
On a weekday. Hafta içi bir gün. |
On receiving your letter, A sat down to answer it. Mektubunu alır almaz, cevap yazmaya oturdum. |
Once in a blue moon Kırk yılda bir |
Once upon a time Bir zamanlar |
One billion four billion five billion Milyar - dört milyar - beş milyar |
One million - two million three million Milyon - iki milyon - üç milyon |
One more time Bir kez daha |
Onun arkadaşı, bir romanı satın alır. His friend buy a novel. |
Onun çocuğunu arıyor. She is looking for her child. |
Onun kedisi sandalyenin altında uyuyor. Her cat is sleeping under the chair. |
Open your book. Kitaplarınızı açınız. |
Our company is very experienced on this subject. Şirketimiz bu konuda çok tecrübelidir. |
Our love will last forever. Aşkımız ömür boyu sürecek |
Our problems should be shared Sorunlarımız paylaşılmalı |
Our teacher’s car is in front of the school. Öğretmenimizin otomobili okulun önündedir. |
Pants - skirt - coat - underwear Pantolon - etek - palto - iç çamaşır |
Peace be on you Selamün aleyküm |
People are afraid of them. Halk onlardan korkar. |
People are going there. Halk oraya gidiyor. |
People need oxygen ad water. İnsanlar oksijen veya suya gerek duyar. |
Peter has been to the States twice Peter amerika’da iki kez bulundu |
Piss off Defol |
Please believe in me Lütfen bana inan |
Please call me. Lütfen beni ara. |
Please call the man waiting at the door. Lütfen kapıda bekleyen adamı çağırınız. |
Please call the next student. Lütfen bir sonraki öğrenciyi çağırın. |
Please continue to bear with me Lütfen benimle kalmaya devam et |
Please don’t go. Lütfen gitmeyiniz. |
Please forgive me Lütfen beni affet |
Please go home now. Lütfen şimdi eve git. |
Please speak slowly. Lütfen yavaşça konuşun. |
Please stop explaining Lütfen açıklamayı bırak |
Please tell me which student you like best. Lütfen bana hangi öğrenciyi en çok beğendiğini söyle. |
Put some flowers on the table. Masanın üstüne birkaç çiçek koy. |
Put their bags there. Onların çantalarını oraya koy. |
Put your best dress on Hadi giy en güzel elbiseni |
Put your pencil on the book. Kalemini kitabın üstüne koy. |
Read a book tonight. Bu gece bir kitap oku. |
Read those books. Şu kitapları oku. |
Really? Gerçekten mi? |
Recently Son zamanlarda |
Recently, I have faced a lot of problems Son zamanlarda çok sorunla karşılaştım |
Relax Rahatla |
Right - left straight back Sağ - sol - ileri - geri |
Roses are red. Güller kırmızıdır. |
Roses, get red in spring. Güller ilkbaharda kızarırlar. |
Sad but true Üzücü, ama gerçek |
Salad - appetizer - soup - dessert Salata - meze - çorba - tatlı |
Salt - pepper oil vinegar Tuz - biber - yağ - sirke |
Save me Beni kurtar |
Say I love you Seni seviyorum de |
Say you love me and you’ll have me Beni sevdiğini ve daima seveceğini söyle |
School starts on August 26th. Okul 26 ağustos’ta başlıyor |
Second - minute Saniye - dakika |
See you later! Tekrar görüşmek üzere! |
See you next time Bir dahaki sefere görüşürüz |
Seeing that he was hurt, we tried to help him. Yaralı olduğu için ona yardım etmeye çalıştık. |
Seems like just yesterday Aynı dün gibi |
Send me via mail Mail yoluyla gönder |
Sevim found two very good chickens for them. Sevim onlar için çok iyi iki piliç buldu. |
Shall I call a taxi? Bir taxi çağırayım mı? |
Shall I come with you? Seninle geleyim mi? |
Shall I open the window? Pencereyi açayım mı? |
Shall we go to the cinema? Sinemaya gidelim mi? |
Shall we have some tea? Biraz çay içelim mi? |
Shall we start now? Artık başlayalım mı? |
She agreed to come with us. Bizimle gelmeye razı oldu. |
She agreed to our going without her. Onsuz gitmenize razı oldu. |
She allowed her daughter to go swimming. Yüzmeye gitmesi için kızına izin verdi. |
She ate all the apples. O, elmaların hepsini yedi. |
She bought a magazine to read on the train. Trende okumak için bir dergi aldı. |
She bought both scarves. O her iki eşarbı da satın aldı. |
She brought another glass. O, başka bir bardak getirdi. |
She cooks better than everyone I know. Tanıdığım herkesden daha iyi yemek pişirir. |
She cooks better than me. Benden iyi yemek pişirir. |
She could have been nicer Daha kibar olabilmeliydi |
She danced with me yesterday. Dün benimle dans etti. |
She denied having stolen the documents. Belgeleri çaldığını inkar etti. |
She doesn’t drive as carefull as her mother. Annesi kadar dikkatli sürmez. |
She doesn’t go anywhere without her husband. Kocası olmadan, o hiçbir yere gitmez. |
She drives the fastest. Hızlı sürer. |
She had already left when we arrived. Biz vardığımızda o gitmişti bile. |
She had us waiting at the gate. Onu kapıda bekliyorduk. |
She hadn’t a blue dress. Mavi bir elbisesi yoktu. |
She has a beautiful apartment at Beyoğlu. Onun beyoğlu’nda bir güzel apartmanı var. |
She has already had a holiday this year O bu yıl çoktan tatile çıktı |
She has been in Australia for two years İki yıldır avustralya’da yaşıyor |
She has been in Australia for two years Ki yıldır avustralya’da yaşıyor |
She has been in China since last month Geçen aydan beri çin’de |
She has been walking. O yürümekte. |
She has come to see you Seni görmeye geldi |
She has forgotten her name She has amnesia O, adını unuttu amnezihafıza kaybı var |
She has gone away Uzaklara gitti |
She has grown to be a pretty girl Büyüyerek güzel bir kız oldu |
She has just had a baby. Onun daha yeni bir bebeği oldu. |
She has not been succesfull so far Şu anaşimdiye kadar başarılı olamadı |
She has studied very hard. O çok sıkı çalıştı. |
She hasn’t spoken to him Onunla konuşmadı |
She invited us. O bizi davet etti. |
She is a fast runner. O hızlı bir koşucudur. |
She is a little girl. O küçük bir çoçuk. |
She is a pretty lady. O bir zarif hanımefendidir. |
She is already a fat girl. O bir şişman kızdır. |
She is also angry with me. O da bana kızgın. |
She is coming. Şimdi geliyor |
She is hardly/barely/scarcely tolerable. Ona tahammül edilemez. |
She is not good at cooking. Yemek pişirmede iyi değildir. |
She is quite an expert in archeology. O arkeolojide epeyi uzmandır. |
She is reading a magazine. O bir dergi okuyor. |
She is somewhat upset with me. O bana biraz kırgın. |
She is staying in the hotel. O otelde kalıyor. |
She is the most beautiful girl I have ever seen. Ömrümde gördüğüm en güzel kızdır. |
She is the most beautiful girl in our class. Sınıfımızın en güzel kızıdır. |
She is very beautiful. O çok güzeldir. |
She is very friendly. O çok dostane bir insandır. |
She isn’t happy, is she? O mutlu değildir, değil mi? |
She knows her job very well. İşini çok iyi bilir. |
She learnt English by herself, readings books. Kitaplar okuyarak kendi kendine inglizce öğrendi. |
She likes horror films. Korku filmlerinden hoşlanır. |
She looks like a queen. Kraliçeye benziyor. |
She looks like death warmed over Çok gariban gözüküyor |
She loves us. O bizi sever. |
She loves you madly. O seni delice seviyor. |
She might have forgotten to lock the door Kapıyı kilitlemeyi unutmuş olabilir |
She must have seen this film. Bu filmi görmüş olmalı. |
She never lost courage during bad times. Zor zamanlarda hiç cesaretini yitirmedi. |
She opened the box using a knife. Kutuyu bir bıçak kullanarak açtı. |
She plays the piano very well, doesn’t she? O çok iyi piyano çalar ,değil mi? |
She runs fast. O hızlı koşar. |
She seldom speaks to him. Onunla ender olarak konuşuruz. |
She speaks French very well. O fransızcayı çok iyi konuşur. |
She speaks Turkish fairly fluently. O Türkçe’yi oldukça akıcı bir şekilde konuşur. |
She studied English. İngilizce çalıştı. |
She studied quietly in the library all day. Bütün gün kütüphanede sessizce çalıştı. |
She types better than I. Benden iyi daktilo yazar. |
She types the fastest of all the secretaries. Tüm sekreterlerin içinde en hızlı tapaj yapandır. |
She usually finishes early. Genellikle erken bitirir. |
She was in class yesterday. Dün dersteydi. |
She was in class yesterday. Dün dersteydi. |
She was proud of winning the contest. Yarışmayı kazanmaktan övünçlüydü. |
She was sleeping at 10 p.m. Last hight. Dün gece saat onda uyuyordu. |
She was sleeping when I came. Ben geldiğimde uyuyordu. |
She went to the office to get her papers. Kağıtlarını almak için ofise gitti. |
She’s rather old for me. O benim için çok yaşlı. |
She’ll buy eggs if she goes the market. Pazara giderse yumurta alacak. |
Shit Kahretsin |
Show me how you miss me Beni ne kadar özlediğini göster |
Shut up Sus |
Shut up when I’m talking to you Seninle konuştuğumda çeneni kapa |
Shut up you dog Sus köpek |
Smile please Gülümse |
So far, up until now, as yet Şimdiye kadar, şu an itibariyle |
So much the worse for you Yazıklar olsun sana |
So say that you won’t leave O zaman gitmeyeceğini söyle |
So so Eh, şöyle böyle |
So they were very happy. Bu yüzden çok mutluydular. |
So why make it harder Neden bunu zorlaştırıyorsun |
So you don’t have to call Aramak zorunda değilsin |
Some boys are smoking cigarettes. Bazı erkek çocuklar sigara içiyor. |
Some cars are green. Bazı arabalar yeşildir. |
Some cats are sleeping on the big carpet. Bazı kediler büyük halıda uyuyor. |
Some chairs are wide. Bazı sandalyeler genişdir. |
Some day Elbet bir gün |
Some of the apples are green. Elmaların bazısı yeşildir. |
Some of the classrooms are big. Sınıfların bazısı büyükdür. |
Some people are waiting for you. Birkaç kişi seni bekliyor. |
Some people want it all Bazıları her şeyi ister |
Some students are not good. Bazı öğrenciler iyi değildir. |
SomebOdy gave me the address of a good hotel. Birisi bana iyi bir otelin adresini verdi. |
SomebOdy is calling you. Birisi seni arıyor. |
Something is bothering me. Bir şey beni rahatsız ediyor. |
Sometimes I feel ı’ve got to Run away Bazen kaçmam gerektiğini hissediyorum |
Sometimes I hide Bazen saklanırım |
Sometimes I run Bazen kaçarım |
Sometimes we behave badly. Biz bazen kötü davranırız. |
Sometimes we go walking in the woods. Bazen ormanda yürüyüşe çıkarız. |
Son of a donkey Eşek oğlu eşek |
Son of an animal Hayvan oğlu hayvan |
Sooner or later it’s over Biliyorum ki er ya da geç bitecek |
Spare the rod and spoil the child Kızını dövmeyen dizini döver |
Speak to him in English. Onunla ingilizce konuşun. |
Staring at your photograph Fotoğrafına bakıyorum |
Stay a while Kısa bir süre kal |
Stay with me Benimle kal |
Steve and Carol ate at that restaurant twice Steve ve carol bu restoranda iki kere yemek yediler |
Strangely, he made no mistake at all. Tuhaftır ki, hiç bir hata yapmadı. |
Suddenly he began to cry. Aniden ağlamaya başladı. |
Suddenly he showed up. Aniden ortaya çıktı. |
Sunny will be wearing a red dress. Sunny kırmızı bir elbise giyiyor olacak. |
Süreyya is far more faster than her rivals. Süreyya rakiplerinden çok daha hızlıdır. |
Swimming is fun. Yüzmek eğlencelidir. |
Swimming is fun. Yüzmek eğlencelidir. |
Şimdi köyde yağar. İt rain at the village now. |
Table - chair Masa - sandalye |
Take a look at my face Yüzüme bir bak |
Take a rest Biraz dinlen |
Take back all the things I said to you Sana söylediğim tüm sözleri geri alıyorum |
Take care Kendine iyi bak |
Take it down, down Ağırdan al, yavaş |
Take it easy Keyfine bak |
Take it easy Kolay gelsin |
Take me home. Beni eve götür. |
Take some pencils. Birkaç kalem al. |
Take your time Vakit kaybetme |
Tell me nothing ever counts Bana hiçbir şeyin önemli olmadığını söyle |
Tell me what I gotta do Bana ne yapmam gerektiğini söyle |
Thank the man. Adama teşekkür et. |
Thank you for the flowers. Çiçekler için teşekkür ederim. |
Thanks, I am fine Sağol, iyiyim |
That big island is Büyükada. Şu büyük ada büyükada’dır. |
That Day, At that moment, that very moment O gün, o anda, tam o anda |
That don’t impress me much Bu beni pek etkilemez |
That film sounds interesting. O film ilginç gibi. |
That idea is old hat Bu modası geçmiş bir fikir |
That is the worst of it Bu olabileceğin en kötüsüdür |
That life doesn’t always go my way Hayat her zaman istediğim gibi gitmiyor |
That magazine is only published annually. O magazin sadece yılda bir yayımlanır. |
That sounds like a good idea. İyi bir fikire benziyor. |
That we came early didn’t surprise them. Erken gelmemiz onları şaşırtmadı. |
That’s all for now Şimdilik bu kadar |
The actors were all very good. Aktörlerin hepsi çok iyi idi. |
The baby cannot eat so much as you can. Bebek senin kadar çok yiyemez. |
The baby is hungry. Bebek acıkmış. |
The baby is sleeping. Bebek uyuyor. |
The bank is on the left. Banka soldadır. |
The biter is sometimes bit Ava giden avlanır |
The boat is going across the river. Bot nehirin karşısına gidiyor. |
The book is interesting. Kitap ilginçtir. |
The boy has been sleeping. Çocuk uyumakta |
The boy’s dog is in the garden. Çocuğun köpeği bahçededir. |
The boy’s legs are long. Çocuğun bacakları uzundur. |
The building was very high. Bina çok yüksekti. |
The bus is going to the city. Otobüs şehire gidiyor. |
The buses were full of children. Otobüsler çocuk doluydu. |
The cake tastes delicious. Pastanın tadı çok lezzetli. |
The car is on the bridge. Otomobil köprüdedir. |
The chicken smelled bad. Tavuk kötü kokuyordu. |
The child began to cry. Çocuk ağlamaya başladı. |
The children are coming in . Çocuklar geliyor. |
The children are laughing the monkeys. Çocuklar, maymunlara gülüyor. |
The children are looking at the teacher. Çocuklar, öğretmene bakıyor. |
The children are sitting round the old woman. Çocuklar yaşlı kadının etrafında oturuyor. |
The children are smiling the girls. Çocuklar kızlara gülümsüyor. |
The children are walking lazily. Çocuklar tembel bir şekilde yürüyorlar. |
The children go to school early in the morning. Çocuklar sabah erken okula giderler. |
The child’s face is dirty. Çocuğun yüzü kirlidir. |
I visit my father once a month. Babamı ayda bir ziyaret ederim. |
I waited until 5 o’clock. Saat beşe kadar bekledim. |
I walk slowly. Ben yavaş yürürüm. |
I wanna be happy Mutlu olmak istiyorum |
I wanna believe in everyting that you say Söylediğin herşeye inanmak istiyorum |
I want good ones . Ben iyi olanları isterim. |
I want her so much Onu o kadar çok istiyorum ki |
I want more Daha fazlasını istiyorum |
I want see you Seni görmek istiyorum |
I want something Bir şeyler istiyorum |
I want something to do Yapacak birşeyler istiyorum |
I want the other car. Ben diğer arabayı istiyorum. |
I want them all. Onların hepsini istiyorum. |
I want to be close to you Sana yakın olmak istiyorum |
I want to buy five vases. Ben beş vazoyu satın almayı isterim. |
I want to go shopping alone. Ben yalnız alışverişe gitmek isterim. |
I want to sit by the window please Pencere yanı bir koltuk istiyorum |
I want you to know Bilmeni isrtiyorum |
I wanted some money. Biraz para istedim. |
I was a little bit surprised to meet him at such a place. Ona öyle bir yerde rastladığım için şaşırdım. |
I was able to understand this article. Ben bu makaleyi anlayabildim. Geçmiş zaman |
I was at home when they called. Beni aradıklarında evdeydim. |
I was changed Değiştim |
I was going to play football yesterday afternoon. Dün öğleden sonra futbol oyanayacaktım. |
I was hungry then. O zaman açtım. |
I was sleeping when they called. Telefon ettikleri zaman uyuyordum. |
I was so sick yesterday. But today, I am a lot beter. Dün çok hastaydım. Ama bugün çok daha iyiyim. |
I was studying while she was watching television. O televizyon izlerken ben çalışıyordum. |
I was very angry. Çok kızgındım. |
|
|
I was waiting for so long Uzun zamandir bekliyordum |
I was waiting for you Ben senin için bekliyordum |
I watched them while they were playing football. Onları futbol oynarken seyrettim. |
I went swimming. Yüzmeye gittim. |
I went to Selimiye Mosque. Ben selimiye camisine gittim. |
I will be going to America in May. Mayıs ayında amerika’ya gidiyor olacağım. |
I will be in tocuh Temas halinde olacağım |
I will be reading a book all evening. Bütün akşam kitap okuyor olacağım. |
I will become an actor. Aktör olacağım. |
I will go there. Oraya gideceğim. |
I will have seen him by tomorrow morning. Yarın sabaha kadar onu görmüş olacağım. |
I will just love you in vain Sadece seni karşılıksızca seveceğim |
I will leave, when she comes. O gelince ben gideceğim. |
I will love you till death do us part Bizi ölüm ayırana dek seni seveceğim |
I will miss you very much Seni çok özleyeceğim |
I will not be able to understand this article. Ben bu makaleyi anlamaya muvaffak olmayacağım. |
I will se you after I have finished my work. İşimi bitirdikten sonra seni göreceğim. |
I will see you real soon Çok yakında görüşürüz |
I will show you Sana göstereceğim |
I will stay for 3 months. Üç ay kalacağım. |
I will still be studying when you come back. Sen döndüğünde ben hala çalışıyor olacağım. |
I wish I could leave it all behind Keşke hepsini geride bırakabilseydm |
I wish I had gone there last year. Oraya geçen yıl gitmiş olmayı isterdim. |
I wish I had seen him. Onu görmüş olmayı isterdim. |
I wish that this night would never end Dilerim bu gece hiç bitmez |
I wish you would believe Keşke inanabilseydin |
I wonder how Nasıl oluyor merak ediyorum |
I wonder if ı’ll ever see you again Seni bir daha görebilecekmiyim diye merak ediyorum |
I wonder. Merak ediyorum. |
I won’t give up Pes etmeyeceğim |
I won’t need your picture Senin fotoğrafına ihtiyacım yok |
I won’t tell your secrets Sırlarını söylemeceğim |
I work at Akbank Akbank’ta çalışıyorum |
I work at Microsoft Ben microsoft’ta çalışıyorum |
I worked 3 years in Akbank Akbank’ta 3 yıldır çalışıyorum |
I worked hard. Sıkı çalıştım. |
I would go there now. Şimdi oraya gidecektim. |
I would have told him, if I had seen him. Onu görmüş olsaydım, söylerdim. |
I would like some coffee please. Biraz kahve rica edeyim. |
I would like to come Gelmek isterdim |
I would like to meet them. Onlarla tanışmak isterim. |
I would like to pay for this Ben ödemek istiyorum |
I would like to pay for this Ben ödemek istiyorum |
I would like to see you less often.. Seni daha seyrek görmek isterdim |
I would never let somebOdy break you down Kimsenin seni kırmasına izin vermem |
I would rahter drink coffee. Kahve içsem daha iyi olur. |
I would rather drink coffee than tea. Çay yerine kahve içmeyi yeğlerim. |
I would rather play tennis than swim. Yüzmektense tenis oynamayı yeğlerim. |
I wouldn’t like to go there. Oraya gitmek istemezdim doğrusu. |
I"ve already done my homework Ödevimi çoktan yaptım |
I’ll always love my mother. Annemi daima seveceğim. |
I’d like to have a non-smoking room please Sigara içilmeyen oda istiyorum |
I’d like to talk to you about an important subject. Sizle önemli bir konu hakkında görüşmek istiyorum. |
I’d sooner go there myself. Oraya kendim gitmeyi yeğlerim. |
I’d sooner not see him. Onu görmemeyi yeğlerim. |
If I can help you, just let me know Eğer yardım gerekirse haberim olsun |
If I could I would turn back the time Elimde olsa zamanı geri alırdım |
If I had any time, I would be going to the sea with them. Eğer zamanım olsaydı, onlarla beraber denize giderdim. |
If I had been there, I would have been killed too. Eğer orada olsaydım, ben de öldürülmüş olacaktım. |
If I had money now, I would buy this car. Şimdi param olsaydı, bu arabayı satın alırdım. |
If I hear from him, I will let you know. Eğer ondan haber alırsam, sana bildiririm. |
If I were you, I might accept the offer. Senin yerinde olsaydım, teklifi kabul edebilirdim. |
If it rained now, I would stay at home. Eğer şimdi yağmur yağsaydı, evde otururdum. |
If often played football during the time I was at school. Okula gittiğim sıralarda sık sık futbol oynardım. |
If they suddenly came in now, what would you do? Şimdi ansızın içeri girselerdi, ne yapardın? |
If you are cold, shut the window. Eğer üşüyorsan, pencereyi kapat. |
If you boil water, it evaporates. Suyu kaynatırsan, buharlaşır. |
If you can’t do it alone, I can help you. Eğer onu tek başına yapamıyorsan, sana yardım edebilirim. |
If you can’t swim well, don’t swim here. Eğer iyi yüzemiyorsan, burada yüzme. |
If you had come earlier, you might have seen her. Eğer sen gelmiş olsaydın, onu görmüş olabilirdin. |
If you have seen this film, we’ll go to another cinema. Eğer bu filmi görmüşsen, başka bir sinemaya gideriz. |
If you look for it carefully, you are certain to find it. Eğer dikkatlice ararsan, onu bulacağın kesindir. |
If you love me, trust in me Eğer beni seviyorsan, bana güven |
If you need any help, call me at once. Eğer yardıma ihtiyacın olursa, hemen beni ara. |
If you want that car, you shall have it. Eğer bu arabayı istiyorsan, onu alacaksın. |
If you will open the window, we’ll have some fresh air. Pencereyi açarsan, biraz temiz hava alırız. |
I’ll always be dreaming of you Ben daima seni hayal edecem |
I’ll always be in doubt Her zaman şüphede olacağım |
I’ll be back by 5 o’clock. Beşe kadar dönerim. |
I’ll come back after nine o’clock. Saat dokuzdan sonra döneceğim. |
I’ll drink a little milk and smoke a cigarette. Ben biraz süt içeceğim ve bir sigara sigara içeceğim. |
I’ll find you wherever you go. Nereye gidersen git seni bulacağım. |
I’ll give you an apple if you sit here quietly. Burada sessizce oturursan sana bir elma vereceğim. |
I’ll give you bread and a glass of water. Ben size ekmek ve bir bardak su vereceğim. |
I’ll never be the same Asla aynı olmayacağım |
I’ll never be with you Asla seninle olamayacağım |
I’ll never leave you Seni asla terketmem |
I’ll treat you good Ben sana iyi davranaağım |
I’m about to give you away Seni bırakmak üzereyim |
Im about to lose my mind Aklımı kaybetmek üzereyim |
I’m afraid Korkuyorum |
I’m all mixed up Kafam çok karışık |
I’m always on the road Hep yollardayım |
I’m Coming Home Eve geliyorum |
I’m doin everything I should’ve Yapmam gereken her şeyi yapıyorum |
I’m glad that you came into my life Hayatıma girdiğin için memnunum |
I’m going away Uzklara gidiyorum |
I’m gonna make it up to you Sana telafi edeceğim |
I’m gonna work harder Daha sıkı çalışacağım |
I’m hardly ever home Evde çok nadir olurum |
I’m holding on forever Sonsuza kadar bekleyeceğim |
I’m just motivated Ben motive oldum |
I’m living the day Günümü yaşıyorum |
I’m not as hungry now, as I was an hour ago. Şimdi bir saat öncesi kadar aç değilim. |
I’m not ready for this Buna hazır değilim |
I’m not sad for you Senin için üzgün değilim |
I’m not telling lies Yalan söylemiyorum |
I’m not that innocent Ben o kadar masum değilim |
I’m really lucky Gerçekten şanslıyım |
I’m returning to home Eve geri dönüyorum |
I’m right, aren’t I? Haklıyım, değil mi? |
I’m sick and tired Bıktım ve usandım |
I’m so glad Çok memnunum |
I’m so out of control Tamamen kontrolden çıktım |
I’m sorry, I forgot to call you. Bağışla, seni aramayı unuttum. |
I’m sure you’ve heard it all before Eminim hepsini daha önce duydun |
I’m watching tv Televizyon izliyorum |
I’m your only true friend now Ben senin tek gerçek arkadaşınım |
In recent years, enflation has been falling down Son yıllarda enflasyon düşüyor |
In the end, he has made it Sonunda başarılı oldu |
Is Haluk as handsome as Orhan? Haluk, orhan kadar yakışıklı mı? |
Is he listening? O dinliyor mu? |
Is his son as clever as his father? Oğlu, babası kadar zeki mi? |
Is it possible for us to have a meeting? Toplantı yapmamız mümkün mü? |
Is she going to travel next year? O gelecek sene seyahat edecek mi? |
Is she happy? Mutlu mudur? |
Is there a cheaper boot? Daha ucuza bir çizme var mı ? |
Is there a complimentary breakfast? Bedava kahvaltı var mı? |
Is there a restaurant close by? Buraya yakın bir lokanta var mı? |
Is there a TV in the room? Odada televizyon var mı? |
Is there any money on the table? Masanın üstünde hiç para var mı? |
Is there anything I can get for you? Yardımcı olabileceğim birşey var mı? |
Is there anything to drink? İçecek birşey var mı? |
Is this boy your son? Bu çocuk sizin oğlunuz mudur? |
Isn’t he at home? Evde değil mi? |
It adhere everything. O, her şeye yapışır. |
It adjoin your computer. O, senin bilgisayarına bitişik olur. |
It assail the men. O, adamlara saldırır. |
It can even snow tonight. Bu gece kar bile yağabilir. |
It cant be helped Elden birşey gelmez. |
It does not matter Önemli değil |
It doesnt make any difference Fark etmez |
It doesnt make any difference Hiç fark etmez |
It doesn’t matter Zarari yok, fark etmez. |
It flow calm. O, durgun akar. |
It has been a hard day. Zor bir gün oldu. |
It has broken! O kırıldı |
It is a famous shopping district. O meşhur bir alışveriş bölgesidir. |
It is a hard lesson. O zor bir derstir. |
It is bringing you good luck. O, sana iyi şans getiriyor. |
It is broadcasting all declarations. O, bütün bildirileri yayınlıyor. |
It is cold yesterday. Dün hava soğuktu. |
It is getting cold. O, soğuk oluyor. |
It is going to rain; look at those clouds! Yağmur yağacak; şu bulutlara bak! |
It is good for nothing O hiçbir işe yaramaz |
It is good of you to come. Gelmekle iyi ettiniz. |
It is hard to learn a foreign language. Bir yabancı dil öğrenmek zordur. |
It is of no consequences Önemi yok |
It is on a very high building. Çok yüksek bir binanın üstündedir. |
It is on the tip of my tongue Dilimin ucunda |
It is raining now. Şimdi yağmur yağıyor. |
It is raining, I had to take a taxi. O yağıyor, ben, bir taksiyi almak zorundaydım. |
It is stoping in the station always. O daima istasyonda duruyor. |
It is the same to me. Bana göre hava hoş |
It is the unexpected that always happen Gün doğmadan neler doğar |
It is too noisy. Why? Gürültü var. Neden? |
It is unlikely to rain. Yağmur yağacağa pek benzemiyor. |
It makes no matter Önemi yok, zararı yok. |
It never rains, but pours Aksilikler hep üst üste gelir |
It rained hard. Çok yağmur yağdı. |
It rained more and more Gittikçe daha hızlı yağmur yağdı. |
It rains heavily(snows) in Sakarya. Sakarya’da çok yağmur(kar) yağar. |
It seems like a good party. İyi bir partiye benziyor. |
It started to rain. Yağmur yağmaya başladı. |
It was a beautiful city with a lot of lights. Çok ışıklı güzel bir şehirdi. |
It was full of high trees and flowers. Büyük ağaçlar ve çiçeklerle doluydu. |
It was good for her to win the race. Yarışı kazanması iyi oldu. |
It was kind of you to help her. Ona yardım etmekle nezaket gösterdin. |
It was my mistake, but I didn’t do it deliberately. Benim hatamdı. Ama kasten yapmadım. |
It was nearly twelve o’clock. Saat hemen hemen on ikiydi. |
It was rather a depressive story. Oldukça depresif bir hikayeydi. |
It will be very sunny next week. Gelecek hafta hava çok güneşli olacak. |
It will bring you good luck. O size iyi şans getirecek. |
It will cost you a lot. Sana pahalıya mal olacak. |
It won´t be the same Asla aynı olmayacak |
It’s a beautiful day. Güzel bir gün |
It’s late afternon. Vakit akşam üzeri. |
It’s too late now. Şimdi artık çok geç. |
It’s all ending Her şey bitiyor |
It’s gonna drive me crazy Bu beni delirtecek |
It’s my life Bu benim hayatım |
It’s no surprise Bu sürpriz değil |
It’s really very good. O gerçekten çok iyidir. |
It’s so electric Bu çok heyecanlı |
It’s the most boring film ı’ve ever seen Hayatımda gördüğüm en sıkıcı film |
I’ve asked so many questions Birçok soru sordum |
I’ve been dreaming you would come back Geri geleceğini düşlüyordum |
I’ve been searching for you Seni arıyordum |
I’ve been to New York once before New york’ta daha önce bir kere bulundum |
I’ve longed for you Seni çok istedim |
I’ve lost my mind Aklımı kaybettim |
I’ve made mistakes Hatalar yaptım |
I’ve painted the wals the way my father showed me. Duvarları babamın gösterdiği gibi boyadım. |
I’ve searched through time Her zaman aradım |
I’ve waited my whole life for this Tüm yaşamımı bunu beklemekle geçirdim |
İ afraid to lose Kaybetmekten korktum |
İ am alone Yalnızım |
İ am feeling your heart beating Kalbinin atışını hissediyorum |
İ am gonna give it my all Her şeyimi vereceğim |
İ am thinking of you Seni düşünüyorum |
İ am young for marriage Evlenmek için gencim |
İ believe in you Sana inanıyorum |
İ can just speak english Sadece ingilizce konuşabilirim |
İ can’t express the words Kelimelerle ifade edemem |
İ can’t get close enough Yeteri kadar yakın olamıyorum |
İ die for you Senin için ölürüm |
İ don´t know why Bilmiyorum neden |
İ dont believe İnanmıyorum |
İ don’t hate it Nefret etmiyorum |
İ dont have pic Resmim yok |
İ dont wanna hear about work today Bu gece çalışma lafı duymak istemiyorum |
İ dream of you Seni düşlüyorum |
İ hope that you will wait for me Beni bekleyeceğini umuyorum |
İ know you’ll be there Orada olacağını biliyorum |
İ need you Sana ihtiyacım var |
İ never knew I could feel Hiç böyle hissediceğimi bilmezdim |
İ really feel that I’m losing my best friend En iyi arkadaşımı kaybettiğimi hissediyorum |
İ swear Yemin ederim |
İ take what I need İhtiyacım olanı alırım |
İ think you ought to know Bence biliyor olmalısın |
İ want see ur face Yüzünü görmek istiyorum |
İ want you Seni istiyorum |
İ was born at Bursa Diyarbakırda bursa |
İ was made for you Ben senin için yaratilmisim |
İ will be right back Hemen döneceğim |
İ´ll be there Orda olacağım |
İ´ll be true Dürüst olacağım |
İ´m here for you Senin için burdayım |
İf he forgets his hat, he’ll come back. Şapkasını unutursa geri gelecek. |
İf he is a doctor, he can help us. O bir doktorsa bize yardım edebilir. |
İf he is hungry, ı’ll give him some sausage and eggs. Açsa ona biraz sucuk ve yumurta vereceğim. |
İf he walks back, he’ll fall into the lake. Geri yürürse göle düşecek. |
İf I could melt your heart Keşke kalbini eritebilseydim |
İf I go there, ı’ll see them. Oraya gidersem onları göreceğim. |
İf I learn English, ı’ll go to England. İngilizce öğrenirsem ingiltere’ye gideceğim. |
İf I see Ahmet, ı’ll give him a book. Ahmet’i görürsem ona bir kitap vereceğim. |
İf I write a letter, ı’ll go to the post office. Bir mektup yazarsam postaneye gideceğim. |
İf it rains, we shan’t go for a picnic. Yağmur yağarsa pikniğe gitmeyeceğiz. |
İf she cleans all the rooms, she can go early. Bütün odaları temizlerse erken gidebilir. |
İf she comes here, she’ll see you. Buraya gelirse sizi görecek. |
İf the apples are cheap, ı’ll buy three kilos. Elmalar ucuzsa üç kilo alacağım. |
İf they want, they can help us. İsterlerse bize yardım edebilirler. |
İf we can’t break this door, we can break the window. Bu kapıyı kıramazsak pencereyi kırabiliriz. |
İf we sell our house, we’ll buy two tractors. Evimizi satarsak iki traktör alacağız. |
İf you buy this shirt, your mother will like it. Bu gömleği alırsan annen onu beğenecek. |
İf you give him some money, he’ll be happy. Ona biraz para verirsen mutlu olacak. |
İf you go to Ankara, we’ll miss you. Ankara’ya giderseniz sizi özleyeceğiz. |
İf you sit here, thel’ll see you. Burada oturursanız sizi görecekler. |
İf you want, you can learn English. İstersen ingilizce öğrenebilirsin. |
İki ay benim annemle kalır. She stay with my mother two months. |
İllmannered Terbiyesiz |
İnterestingly, nobOdy objected his strange offer. İlginçtir ki, kimse onun tuhaf önerisine itiraz etmedi. |
İt is broken Bozuk |
The choice is yours Seçim senin |
The clean forks are in the cupboard. Temiz çatallar dolapdadır. |
The coffe was too cold to drink. . Kahve içilemeyecek kadar soğuktu |
The coffee smelled wonderful. Kahvenin kokusu enfesti. |
The colour of the apple Elmanın rengi |
The concert must have started by now. Konser şimdiye dek başlamış olmalı. |
The cool water felt good. Serin su iyi geldi. |
The dessert tasted sallty. Tatlının tadı tuzlu gibiydi. |
The dirty forks are on the table. Kirli çatallar masadadır. |
The doctor advised him to stop smoking. Doktor sigarayı bırakmasını tavsiye etti. |
The doctors’ cars are in front of the school. Doktorların otomobilleri okulun önündedir. |
The doctor’s house is near the school. Doktorun evi okulun yanındadır. |
The doctors office is closed now Doktorun ofisi şu anda kapalı |
The dog itself came here. Köpek kendisi buraya geldi. |
The dogs attack. Köpekler saldırır. |
The driver is waiting for the children. Sürücü, çocukları bekliyor. |
The ducks are swiming on the small lake. Ördekler küçük gölde yüzüyor. |
The ducks swim on the small lake. Ördekler küçük gölde yüzer. |
The early bird catches the worm. Erkenci kuş yemi kapar. |
The early bird gets the worm Sona kalan dona kalır |
The ears of the horse are not long. Atın kulakları uzun değildir. |
The English drink a lot of beer. İngilizler çok bira içerler. |
The exam is on Monday. Sınav pazartesi günüdür. |
The faster I work, the more mistakes I make. Ne kadar hızlı çalışırsam o kadar çok hata yaparım. |
The film hasn"t started yet Film henüz başlamadı |
The first customer was a young woman. İlk müşteri genç bir kadındı. |
The first question was easier than the last one. İlk soru, sonuncudan daha kolaydı. |
The fishermans is killing the whales. Balıkçılar, balinaları öldürüyor. |
The food was great. Let’s come here again. Yemek çok iyiydi. Buraya tekrar gelelim |
The game had sooner started than it began to rain. Oyun daha henüz başlamıştı ki, yağmur yağmaya başladı. |
The garden of the school is small. Okulun bahçesi küçüktür. |
The girl dances very well. Kız çok güzel dans eder. |
The girl has a red dress. Kızın kırmızı elbisesi var. |
The girl is walking from the door to the window. Kız, pencereye kapıdan yürüyor. |
The girl with the red dress is very pretty. Kırmızı elbiseli kız çok güzeldir. |
The girls are in the garden. Kızlar bahçededir. |
The girls are laughing at the comic actor. Kızlar, komedyene gülüyor. |
The girls’ bags are in your room. Kızların çantaları sizin odanızdadır. |
The girl’s dog is near the chair. Kızın köpeği sandalyenin yanındadır. |
The girls in the garden Bahçedeki kızlar. |
The goods in that shop are fairly cheap. Bu dükkandaki mallar oldukça ucuz. |
The green house is ours. Yeşil ev olanı bizimkidir. |
The guestes drink coffee. Konuklar, kahveyi içer. |
The guide is telling them very interesting stories. Rehber, onları çok ilginç hikayeler söylüyor. |
The headmaster was a tall, thin man. Müdür uzun boylu, zayıf bir adamdı. |
The horse drank a little water. At, biraz su içti. |
The house is near the sea. Ev denizin yakınındadır. |
The house that we bought is near the sea. Satın aldığımız ev denizin yakınındadır. |
The key of the door is on my table. Kapının anahtarı masamın üstündedir. |
The key was thrown away. Anahtar uzağa atıldı. |
The latest news has very much interested us. Son haberler bizi çok ilgilendirdi. |
The leg of the table are short. Masanın bacakları kısadır. |
The legs of the cow are short. İneğin bacakları kısadır. |
The legs of the horse are long. Atın bacakları uzundur. |
The library is on the right. Kütüphane sağdadır. |
The little girl just won’t talk to me. Küçük kız bir türlü benimle konuşmuyor. |
The man at the door. Kapıdaki adam. |
The man comes here every day. Adam hergün buraya gelir. |
The man is at the door. Adam kapıdadır. |
The man is driving the big bus. Adam, büyük otobüsü sürüyor. |
The man is looking at her. Adam, ona bakıyor. |
The man is setting in the room. Adam odada oturuyor. |
The man is very strong. Adam çok güçlüdür. |
The meal smells like rotten egg. Yemek çürük yumurta gibi kokuyor. |
The men are looking at the church. Adamlar, kiliseye bakıyor. |
The monkeys play in their cages. Maymunlar onların kafeslerinde oynar. |
The most expensive vase is fifty liras. En pahalı vazo elli lira. |
The name of the cat is Tekir. Kedinin adı tekir’dir. |
The near station. Yakındaki istasyon. |
The news was surprising. Haber şaşırtıcıydı. |
The night goes into Gece bitiyor |
The number cant be reached at the moment Numaraya şu an ulaşılamıyor |
The number is busy Numara meşgul |
The nurses’ hats are white. Hemşirelerin şapkaları beyazdır. |
The old man and his son are going across the street. Yaşlı adam ve onun oğlu gidiyor. |
The old man and his son are going in the street. Yaşlı adam ve onun oğlu sokakda gidiyor. |
The old one is a history teacher. Tarih öğretmeni yaşlı biridir. |
The old woman is looking for her dress. Yaşlı kadın, onun giysisini arıyor. |
The only treasure ı’ll ever have Sahip olduğum tek hazinemsin |
The other tourists listened to him very carefully. Diğer turistler, çok dikkatli şekilde onu dinledi. |
The parrots are making a lot of noise. Papağanlar , çok gürültü yapıyor. |
The patients looked desperate. Hastalar çaresiz görünüyorlardı. |
The picture is on the wall. Resim duvardadır. |
The poor man was in need. Yoksul adam ihtiyaç içindeydi. |
The postman is at the door. Postacı kapıdadır. |
The program is on the radio. Program radyodadır. |
The rabbit is sleeping on the carpet. Tavşan halının üstünde uyuyor. |
The shopkeeper made two big packets for her. Satıcı onun için iki büyük paket yaptı. |
The small girls are selling books about Ankara. Küçük kızlar , ankara hakkında kitaplar satıyor. |
The small key is near the bag. Küçük anahtar çantanın yanındadır. |
The small ones are pigeons. Küçük olanlar güvercinlerdir. |
The soldier shouted at the naughty girls. Asker haylaz kızlara bağırdı. |
The soldiers’ horses are black. Askerlerin atları siyahtır. |
The soup was too salty. Çorba çok tuzluydu. |
The story is badly written. Hikaye kötü bir şekilde kaleme alınmış. |
The story of our chilren Bizim çocuklarımızın hikayesi |
The story of them Onların hikayesi |
The student draws the maps with a green pencil. Öğrenci yeşil bir kurşun kalem ile haritaları çizer. |
The student is at the blackboard. Öğrenci tahtadadır. |
The students do homeworks. Öğrenciler ödevleri yapar. |
The students eat meat. Öğrenciler et yer. |
The students eat. Öğrenciler yer. |
The students seem interested. Öğrenciler ilgilenmiş görünüyorlar. |
The sun is behind the white clouds. Güneş beyaz bulutların arkasındadır. |
The sun sets in the west. Güneş batıdan batar. |
The tall jacket one is mine. Uzun ceket benimkidir. |
The tap is flowing always. Musluk, her zaman akıyor. |
The teacher is drawing a map of Turkey. Öğretmen , türkiye’nin bir haritasını çiziyor. |
The teacher is waiting for her children. Öğretmen, onun çocuklarını bekliyor. |
The tigers attack the gazelles. Kaplanlar, ceylanlara saldırır. |
The tigers not attack the birds. Kaplanlar, kuşlara saldırmaz. |
The tourists are listening to the music. Turistler, müziği dinliyor. |
The tourists are looking at the mosque. Turistler, camiye bakıyor. |
The tourists are walking round the town. Turistler şehirin etrafında yürüyor. |
The tourists come to Turkey in June. Turistler, haziran’da türkiye’ye gelir. |
The train had been late. Tren gecikmişti. |
The train leaves at 8 o’clock. Tren saat sekizde kalkacak. |
The two men are walking along the coast. İki adam, kıyı boyunca yürüyor. |
The two men are walking along the coast. İki adam, kıyı boyunca yürüyor. |
The waiter is bringing more toast. Garson, daha çok kızarmış ekmek getiriyor. |
The waiter is bringing you more bread. Garson, sana daha çok ekmek getiriyor. |
The waiter is bringing you more bread. Garson, sana daha çok ekmek getiriyor. |
The water feels like ice. Su buz gibi. |
The water feels like ice. Su buz gibi. |
The waters are falling from high. Sular, yüksekten düşüyor. |
The weather has been fine so far. Şu ana kadar hava iyiydi. |
The weather is cold today. Bugün hava soğuktur. |
The weather seems better day. Bugün hava daha iyi görünüyor. |
The weather usually gets very hot in July. Genellikle hava temmuz’da çok sıcak olur. |
The weather was fine and sunny. Hava iyi ve güneşliydi. |
The weathers is getting colder. Havalar daha soğuk oluyor. |
The window of the shop is big. Dükkanın penceresi büyüktür. |
The windows of the train are small. Trenin perdeleri küçüktür. |
The woman is walking across the street. Kadın caddenin karşısına yürüyor. |
The woman’s eyes are blue. Kadının gözleri mavidir. |
The woman’s flowers are on the table. Kadının çiçekleri masanın üstündedir. |
The women are drinking coffee. Kadınlar, kahveyi içiyor. |
The women are drinking coffee. Kadınlar, kahveyi içiyor. |
The women are happy. Kadınlar mutludur. |
The yellow bag is not near the radio. Sarı çanta radyonun yanında değildir. |
The young man is talking with his friend. Genç, onun arkadaşıyla konuşuyor. |
The young man is talking with his friend. Genç, onun arkadaşıyla konuşuyor. |
The young men of the village are dancing. Köyün gençleri dans ediyor |
Their bus shouldn’t arrive in Ankara yet. Otobüsleri henüz ankara’ya varmamış olmalı. |
Their dogs not attack. Onların köpekleri saldırmaz. |
Their farm is very big and modern. Onların çiftlik çok büyük ve moderndir. |
Then they found an empty taxi. O zaman,onlar , bir boş taksi buldular. |
Ther weather is too hot. Hava aşırı sıcak |
There ain’t another Başka biri yok |
There are a big crowd waiting at the customs. Orada büyük bir kalabalık, gümrükte bekliyor. |
There are a lot of big shops on this street. Bu sokakda çok büyük dükkanlar vardır. |
There are a lot of roses in the vase. Vazoda birçok güller vardır. |
There are a lot of trees in the garden. Bahçede çok ağaçlar vardır. |
There are some high trees near the house. Evin yanında bazı yüksek ağaçlar vardır. |
There are some houses near the lake. Gölün yakınında bazı evler vardır. |
There are some people in the street. Sokakta insanlar var. |
There are very few poisonous snakes in the world. Dünyada pek az zehirli yılan vardır. |
There are women sitting round the tree. Orada kadınlar ağacın etrafında oturuyor. |
There aren’t any apples on the table. Masada hiç elma yok. |
There aren’t any black clouds in the sky. Gökyüzünde hiç bir siyah bulut yoktur. |
There has been a fire Yangın çıktı |
There has been some trouble lately. Son günlerde sorunlar çıkmakta. |
There is a big tree between the two houses. İki ev arasında büyük bir ağaç vardır. |
There is a garden near the big house. Büyük evin yanında bir bahçe vardır. |
There is a good film on TV tonight. Bu gece tv’de iyi bir film var. |
There is a great Chinese restaurant downtown Şehir merkezinde iyi bir çin lokantası var |
There is a lot of water in the bucket. Kovada çok su vardır. |
There is a pair of scissors on the desk. Masanın üstünde bir makas var. |
There is a small lake near the trees. Ağaçların yanında küçük bir göl vardır. |
There is a small bird on the roof of the house. Evin damında küçük bir kuş var. |
There is a small hill in the picture. Resimde bir küçük tepe vardır. |
There is a small room near the sitting room. Oturma odasının yanında küçük bir oda var. |
There is no need to protect me Korunmaya ihtiyacım yok |
There is no smoke without fire Ateş olmayan yerden duman çıkmaz |
There is no sound Hiç ses yok |
There is nothing left to lose Kaybedecek hiçbir şey kalmadı |
There is some milk in the glass. Bardakda biraz süt vardır. |
There is some water in the bottle. Şişede biraz su vardır. |
There is someone sleeping in my bed. Yatağımda uyuyan biri var. |
There isn’t enough water in the tank. Tankta yeterli su yok. |
There isn’t any money on the table. Masanın üstünde hiç para yok. |
There isn’t any time left. Hiç zaman kalmadı. |
There was a big crowd in front of the cinema. Sinemanın önünde bir büyük kalabalık vardı. |
There was a very large park near this place. Bu yere yakın çok büyük bir park vardı. |
There was an accident last night. Dün gece bir kaza oldu. |
There was an economical crisis throughout the year. Bütün yıl boyunca ekonomik kriz vardı. |
There weren’t any students there. Orada hiç öğrenci yoktu. |
There´s no hope Hiç umut yok |
There’re many things I would like to say to you Sana söylemek istediğim birçok şey var |
There’s no need to argue Tartışmaya gerek yok |
There’s things about me you just have to know Benim hakkımda bilmen gereken şeyler var |
These oranges are bad. Bu portakallar kötüdür. |
These pants are too big Bu pantalon çok büyük |
These tourists are leaving from İstanbul next week. Bu turistler, gelecek hafta istanbul’dan ayrılıyor. |
These two girls are my daughters. Bu iki kız benim kızlarımdır. |
They are watching the fossils in the museum. Onlar, müzede fosilleri izliyor. |
They throw coins. Onlar, madeni paraları atar. |
They watch the dresses in the museum. Onlar, müzede giysileri izler. |
They abide Onlar kalır |
They abide in Ankara. Onlar, ankara’da kalır. |
They abuse the car. Onlar, arabayı kötü kullanır. |
They abuse. Onlar kötü kullanır. |
They accompany Onlar birlikte bulunur |
They accompany our friends. Onlar, bizim arkadaşlarımızla birlikte bulunur. |
They accuse Onlar suçlar |
They accuse evermore. Onlar, daima suçlar. |
They acquiesce this car. Onlar, bu arabayı kabul eder. |
They activate computers. Onlar, bilgisayarları aktif hale getirir. |
They admire nice ethics. Onlar, güzel etiği takdir eder. |
They adorn your house. Onlar, senin evini süsler. |
They ail the animals. Onlar, hayvanları rahatsız eder. |
They all are talking and laughing. Onların hepsi konuşuyor, ve gülüyor. |
They are listening the music. Onlar, müziği dinliyor. |
They are throwing their bags. Onlar, onların çantalarını atıyor. |
They are about to leave the building. Binadan çıkmak üzereler. |
They are all drinking tea at the restaurant. Hepsi lokantada çay içiyorlar. |
They are all laughing. Hepsi gülüyorlar. |
They are cheap enough to buy. Satın alınacak kadar ucuzlar. |
They are coming the hill. Onlar, tepeye geliyor. |
They are drinking tea on the balcony, Onlar, balkonda çay içiyor |
They are eating the apples. Onlar, elmaları yiyor. |
They are fine too. Onlar da iyiler. |
They are going to the train. Onlar, trene gidiyor. |
They are good friends. Onlar iyi arkadaşlardır. |
They are living in the cold countries. Onlar, soğuk ülkelerde yaşıyor. |
They are making a wall. Onlar, bir duvarı yapıyor. |
They are not smoking a cigarette never. Onlar asla bir sigara içmiyorlar. |
They are not spending the money very much. Onlar parayı çok harcamıyorlar. |
They are not tired. Onlar yorgun değildirler. |
They are running to the garden with Ahmet. Onlar ahmet’le bahçeye koşuyor. |
They are selling the very nice toys. Onlar çok hoş oyuncaklar satıyorlar. |
They are shouting with high sound. Onlar yüksek ses ile bağırıyorlar. |
They are sleeping in the tent. Onlar çadırda uyuyorlar. |
They are still living in the same house. Hala ayni evde oturuyorlar. |
They are thinking about the examination now. Onlar, şimdi sınavın hakkında düşünüyor. |
They are tired. Onlar yorgundur. |
They are walking at a garden. Onlar, bir bahçede yürüyor. |
They are walking in the garden with their teacher. Onlar, onların öğretmeniyle bahçede yürüyor. |
They are working this week. Onlar, bu hafta çalışıyor. |
They are writing the letter now. Onlar, şimdi mektubu yazıyor. |
They aren’t drinking much coffee. Onlar çok kahve içmiyorlar. |
They aren’t drinking the coffee. Onlar, kahveyi içmiyor. |
They aren’t so big as the others. Diğerleri kadar büyük değil. |
They argue about my car. Onlar, benim arabamın hakkında tartışır. |
They arraign a famous. Onlar, bir ünlü çağırır. |
They asked me the same question. Bana aynı soruyu sordular. |
They asked me the same. Bana aynısını sordular. |
They bake the meat. Onlar, eti pişirir. |
They bake the vegetable. Onlar, sebzeyi pişirir. |
They blamed you. Onlar sizi suçladılar. |
They buy woollen socks in winter. Onlar kış mevsiminde yünlü kısa çoraplar satın alırlar. |
They called us after they had arrived home. Eve geldikten sonra bizi telefonla aradılar. |
They came the latest of all. Herkesten geç geldiler. |
They can go by train if they get up early. Erken kalkarlarsa trenle gidebilirler. |
They can sleep here if they want. İsterlerse burada uyuyabilirler. |
They cannot learn very quickly. Onlar çok hızlı öğrenemez. |
They come here every day. Onlar her gün buraya gelir. |
They don’t allow smoking here. Burada sigara içmeye izin vermiyorlar. |
They don’t ever eat fish. Hiçbir zaman balık yemezler. |
They eat it. Onlar onu yerler. |
They finished a long time ago Uzun süre önce bitirdiler |
They gave me a few books. Onlar, bana birkaç kitap verdi. |
They generally take the bus. Genellikle otobüse binerler. |
They go to churc every Sunday. Her pazar kiliseye giderler. |
They got used to living in a big apartment. Onlar büyük bir apartman dairesinde yaşamaya alıştı. |
They had lived here for five years. Onlar burada beş yıl yaşamışlardı. |
They have already given up the project Onlar projeden vazgeçmişler bile |
They have bought a new car Onlar yeni bir araba aldılar |
They have gone to see the President Başkanı görmeye gittiler |
They have lived here for a long time Uzun süredir burada yaşıyorlar |
They haven’t had a holiday this year Bu sene tatil yapmadılar |
They just came to town. Kente daha yeni geldiler. |
They laugh this events. Onlar, bu olaylara güler. |
They live in a cottage behind our house. Onlar, bizim evimizin arkasında bir kulübede yaşar. |
They live in a small cottage behind our house. Onlar bizim ev arkasında bir küçük kulübede yaşarlar. |
They lived here for a long time Burada uzun süre yaşadılar |
They move quickly. Onlar hızlı hareket eder. |
They often visit us. Sık sık bizi ziyaret ederler. |
They pass Atatürk bridge. Onlar atatürk köprüsünü geçer. |
They play bridge and poker. Briç ve poker oynarlar. |
They read everything in English. Onlar ingilizce’de her şeyi okur. |
They sat under the very big tree. Onlar çok büyük ağacın altında oturdular. |
They sell socks and skirts. Onlar çorap ve etekler satar. |
They sell second-hand cars at that place. Orada elden düşme arabalar satarlar. |
They spend very much. Onlar çok fazla harcar. |
They stayed in Paris for only a few hours. Paris’te sadece birkaç saat kaldılar. |
They stop for one minute. Onlar bir dakika için durdurur. |
They students eat meat when they want. Öğrenciler istedikleri zaman et yerler. |
They surround the city four months. Onlar dört ay şehri kuşatır. |
They talked friendly among each others Aralarında dostane bir şekilde konuştular. |
They usually buy woollen cardigan in winter. Onlar genellikle, kışta yün hırkayı satın alır. |
They visit Süleymaniye mosque. Onlar, süleymaniye camisini ziyaret eder |
They walk in the coast for two hours. Onlar, iki saat boyunca kıyıda yürür. |
They walk slowly. Onlar yavaş yürürler. |
They were all very glad. Hepsi memnundu. |
They will make a journey, after they have visited their parents Ebeveynlerini ziyaret ettikten sonra, seyahate ıkacaklar |
They’ll go at the end of next year. Gelecek yılın sonunda gidecekler. |
This train is coming from Ankara. Bu tren, ankara’dan geliyor. |
This bag is as expensive as that hat. Bu çanta, şu şapka kadar pahalıdır. |
This beautiful scarf for Fatma Hanım. Bu güzel eşarp fatma hanım için. |
This book is as useful as that one. Bu kitap, şunun (şu kitap) kadar yararlıdır. |
This book is very interesting. Bu kitap çok enteresandır. |
This book seems interesting. Bu kitap ilginç görünüyor. |
This brand doesn’t have a cheaper style Bu markanın daha ucuz çizmesi yok |
This car is too expensive for me to buy. Bu araba benim için alınamayacak kadar pahalıdır.) |
This chair needs (wants) mending. Bu koltuk tamir gerektiriyor. |
This doesn’t change anything Bu hiçbir şeyi değiştirmez |
This exercise isn’t very long. Bu alıştırma çok uzun değildir. |
This film is more interesting than all others. Bu film tüm diğerlerinden daha ilginç. |
This food is enough for everybOdy. Bu yiyecek herkes için yeterli. |
This is a book of happiness. Bu bir mutluluk kitabıdır. |
This is a difficult question for my daughter. Bu benim kızım için zor bir sorudur. |
This is all so clear Bu oldukça net |
This is an very easy question. Bu çok kolay bir sorudur. |
This is not as easy as the other. Bu, diğeri kadar kolay değil. |
This is not enough Bu yetmez |
This is our best tea. Bu bizim en iyi çayımız. |
This is the first /second/third time we have visited them Bu onları birinci/ikinci/üçüncü kez ziyaret edişimiz |
This is the first/second time… Bir aksiyonu kaçıncı kez yaptığımızı söylerken |
This is the worst contract I have signed Bu imzaladığım en kötü mukavele |
This is The worst film have ever seen. Gördüğüm en berbat film. |
This is the worst film I have seen. Gördüğüm en kötü film. |
This isn’t the first time that you left me waiting Bu beni beklettiğin ilk sefer değil |
This love’s got me blind Bu aşk beni kör etti |
This material feels like velvet. Bu kumaş kadife gibi. |
This perfume smeels very good. Bu parfümün kokusu çok güzel. |
This soup is good. Bu çorba iyidir. |
This suitcase feels heavy. Bu bavul ağır gibi. |
This tomato tastes like an apple. Bu domatesin tadı elma gibi. |
Three times a week. Haftada üç kez. |
Thursday - friday - saturday - sunday Perşembe - cuma - cumartesi - pazar |
Tim has waited for 30 minutes Tim 30 dakikadır bekliyor |
Time ticks away Zaman geçip gidiyor |
To smoke in this room is forbidden. Bu odada sigara içmek yasaktır. |
To write the first letter is very difficult. İlk mektubu yazmak çok zor. |
Today I feel great. Bugün kendimi çok iyi hissediyorum. |
Tomatoes - potatoes rice Domates - patates - pilav - biber |
Tomorrow, we are going to Marmaris. Yarın, marmaris’e gidiyoruz. |
Too late Çok geç |
Touch me Dokun bana |
Touch me please Dokun bana ne olur |
Try again Tekrar dene |
Try opening the other window. Öbür pencereyi açmayı denesene. |
Turn right - turn left Sağa dön - sola dön |
Unfortunately Malesef |
Unfortunately, I was the looser. Maalesef, kaybeden ben oldum. |
Up until now, I have not hurt anybOdy Şimdiye kadar kimseyi incitmedim |
Use my car. Benim arabamı kullan. |
Very cheap Çok ucuz |
Very expensive Çok pahalı |
Very seldom Çok nadir |
Wait a minute Bir saniye bekle |
Wait a moment Biraz bekle |
Wait for me. Beni bekle. |
Wait until he finishes. O bitirinceye kadar bekle. |
Wake up Uyan |
Walking is a good sport. Yürüyüş iyi bir spordur. |
Wanna do what you want to me Bana istedigini yapabilirsin |
Was I right? Haklı mıydım? |
Was that piece of land worth buying? O arazi satın almaya değer miydi? |
Was there any coffee? Hiç kahve var mıydı? |
Watch me Beni izle (seyret) |
Water - beer - wine - fruit juice Su - bira - şarap - meyve suyu |
Water freezes at 0º C. Su sıfır derecede donar. |
We are helping our friend. Biz, bizim arkadaşımıza yardım ediyoruz. |
We see a statue on the right. Biz sağda bir heykel görürüz. |
We abhor Biz nefret ederiz |
We abhor from the volleyball. Biz, voleyboldan nefret ederiz. |
We abide by Biz uyarız |
We absolve you. Biz, seni bağışlarız. |
We absolve. Biz bağışlarız. |
We acclaim Biz alkışlarız |
We acclaim beautys. Biz, güzellikleri alkışlarız. |
We accumulate Biz biriktiririz |
We accumulate our moneys. Biz, bizim paralarımız biriktiririz. |
We achieve Biz başarırız |
We achieve quizes. Biz, sınavları başarırız. |
We administer your children. Biz, senin çocuklarını idare ederiz. |
We advise this club. Biz, bu kulübe tavsiye ederiz. |
We allow for the cinema. Biz, sinema için izin veririz. |
We answer questions. Sorulara cevap veririz. |
We appraise your house. Biz, senin evine değer biçeriz. |
We apprehend the murderer. Biz, katili tutuklarız. |
We arbitrate your problem. Biz, senin problemini çözeriz. |
We are takeing a lot of thing. Biz, birçok şey alıyoruz. |
We are turning to car. Biz, arabaya döndürüyoruz. |
We are walking from the coast. Biz, kıyıdan yürüyoruz. |
We are washing the grapes. Biz, üzümleri yıkıyoruz. |
We are earlier today, than we were yesterday. Bugün daha erken geldik. |
We are eating the vegetables. Biz, sebzeleri yiyoruz. |
We are entering the garage now. Biz, şimdi garaja giriyoruz. |
We are gaining always. Biz, her zaman kazanıyoruz. |
We are getting the fruits. Biz, meyveleri alıyoruz. |
We are happy about traveling with you. Sizinle yolculuk yapmaktan mutluluk duyuyoruz. |
We are happy. Mutluyuz. |
We are in front of the high wall. Biz yüksek duvarın önündeyiz. |
We are learning a lot of words. Biz, birçok sözcüğü öğreniyoruz. |
We are like brothers Kardeş gibiyiz |
We are making "börek" at the table. Biz, masada börek yapıyoruz. |
We are making the dinner. Biz, yemeği yapıyoruz. |
We are not used to smoke. Sigara içmeye alışık değiliz. |
We are passing the Keban barrage. Biz keban barajını geçiyoruz. |
We are reading every book in English. Biz , ingilizcede her kitapı okuyoruz. |
We are resting in the park. Biz parkda dinleniyoruz. |
We are runing in the open area now. Biz şimdi açık alanda koşuyoruz. |
We are seeing a ship on the horizon. Biz ufukda bir gemi görüyoruz. |
We are sending a small box. Biz bir küçük kutu yolluyoruz. |
We are shuting the doors always. Biz daima kapıları kapayoruz. |
We are smileing always. Biz daima gülümseyoruz. |
We are swimming on the pond. Biz havuzda yüzüyoruz. |
We are teaching the chemistry. Biz, kimya öğretiyoruz. |
We are traveling on the sea. Biz denizde seyahat ediyoruz. |
We are visiting the Topkapı. Biz, topkapı’yı ziyaret ediyoruz. |
We are waiting the bus. Biz, otobüsü bekliyoruz. |
We are walking across the park. Biz parkın karşısını yürüyoruz. |
We are watching an interesting program. Biz, ilginç bir programı izliyoruz. |
We arouse you early in the morning. Biz, seni sabahta erken uyandırırız. |
We arrange a show. Biz, bir showu düzenleriz. |
We babble about the comedy. Biz, komedinin hakkında gevezelik ederiz. |
We baby-sit. Biz bebek bakıcılığı yaparız. |
We been together for a few years Birkaç yıl birlikte olduk |
We bought new books. Biz yeni kitaplar aldık. |
We break our firewoods. Biz, bizim odunlarımızı kırarız. |
We bring the newspaper. Biz, gazeteyi getiririz. |
We built all houses here. Burada bütün evleri inşa ettik. |
We buy a kilo oranges. Biz, bir kilo portakalını satın alırız. |
We called the doctor. Doktoru çağırdık. |
We came late. Geç geldik. |
We can´t go back Geri gidemeyiz |
We can’t talk on the phone Telefonda konuşamıyoruz |
We constantly on a roll Sürekli geziyorduk |
We could spend time together Birlikte vakit geçirebiliriz |
We frequently ask questions. Sık sık sorular sorarız. |
We gained four liras. Biz, dört lirayı kazandık. |
We get the breads. Biz, ekmekleri alırız. |
We had a narrow escape Zor kurtulduk. |
We had been running. Biz koşmaktaydık. |
We had finished our dinner. Biz akşam yemeğimizi bitirmiştik. |
We had to polish our shoes. Ayakkabılarımızı cilalamalıydık. |
We hardly go there. Oraya hemen hiç gitmeyiz. |
We have been very busy this year Bu yıl çok meşgulüz bu yıl hala bitmedi |
We have been waiting for you since morning Sabahtan beri seni beklemekteyiz |
We have breakfast at 8 o’clock every morning. Her sabah saat 8’de kahvaltı ederiz. |
We have breakfast in the morning. Sabahları kahvaltı ederiz. |
We have just barely missed the bus. Otobüsü ucu ucuna kaçırdık. |
We have lived here since June Haziranda beri burda yaşıyoruz |
We have never had a car Hiçbir zaman arabamız olmadı |
We have not decided as yet Şu an itibariylehalen karar vermedik |
We have not decided yet Hala karar vermedik |
We have seen this film before Bu filmi daha önce gördük |
We have some food. Biraz yemeğimiz var. |
We have studied for 5 hours straight Tam 5 saattir ders çalışıyoruz |
We have tea in the afternoon. Öğleden sonra çay içeriz. |
We have the most money. En çok para bizde. |
We haven"t seen Janine since Friday Janine i cuma gününden beri görmedik |
We haven’t finished yet. Henüz bitirmiş değiliz. |
We haven’t seen them until now. Onları şimdiye kadar görmedik. |
We make our breakfast. Biz, bizim kahvaltımızı yaparız. |
We may drink tea in the afternoon. Öğleden sonra çay içebiliriz. |
We must tighten our belts now Kemerleri sıkmamız lazım |
We need oxygen and water. Oksijen ve suya ihtiyacımız vardır. |
We occasionally watch television. Ara sıra televizyon izleriz. |
We often eat where they eat. Çoğu zaman onların yediği yerde yeriz. |
We open only one bag. Biz, sadece bir çantayı açarız. |
We play football or basketball on Sundays. Pazar günleri futbol veya basketbol oynarız. |
We put on our new dresses. Yeni elbiselerimizi giyeriz. |
We send you our best regards. Biz sana bizim en iyi dileklerimizi yollarız. |
We teach her Turkish. Biz, onun Türkçesini öğretiriz. |
We used to be together Eskiden birlikteydik |
We used to share our books. Kitaplarımızı paylaşırdık. |
We visit the museums tomorrow. Müzeleri yarın ziyaret edeceğiz. |
We walk slowly. Biz yavaş yürürüz. |
We walking shoulder to shoulder Omuz omuza yürüyoruz |
We watch TV in the evening. Akşamları televizyon izleriz. |
We went out despite the rain. Yağmura rağmen dışarı çıktık. |
We went there ourselves. Biz kendimiz oraya gittik. |
We were at breakfast at 8 o’clock. Saat sekizde kahvaltıdaydık. |
We were invted by her. Biz onun tarafndan davet edildik. |
We won’t need to see them. Onları görmemiz gerekmeyecek. |
We work harder than them. Onlardan çok çalışıyoruz. |
We"ve already had our breakfast Kahvaltımızı çoktan ettik |
We’ll enquire further into this matter. Bu meseleği daha derinliğine soruşturacağız. |
Welcome to my life Hayatıma hoşgeldin |
Welcome! Hoşgeldiniz |
We’ll always be Hep birlikte olacağız |
We’ll be on vacation next week. Gelecek hafta tatil olacağız. |
Well done Aferin |
Well isn’t this nice Ne kadar güzel değil mi |
We’re not late, are we? Geç kalmadık, değil mi? |
We’re not the same Aynı değiliz |
Were you hungry? Aç mıydın? |
Weren’t there any books? Hiç kitap yok muydu? |
We’ve come to help Yardım etmeye geldik |
We’ve not spoken with her Have you seen matthew? |
What a beautiful song! Ne güzel bir şarkı. |
What a pity! Ne yazık! |
What a shame! Ne ayıp! |
What a silly film! Ne saçma bir film! |
What about going concert Konsere gitmeye ne dersin |
What are the men makeing? Adamlar ne yapıyor? |
What are we eating? Ne yiyoruz? |
What are you cooking Ne pişiriyorsunuz, fatma hanım? |
What are you doing tonight? Bu akşam ne yapıyorsun? |
What are you doing? Ne yapıyorsun? |
What are you hinding it? Ne demek istiyorsun? |
What are you hinding it? |
Ne ima etmek istiyorsunuz? |
What are you looking for ?----Siz ne arıyorsunuz? |
What can happen?---Ne olabilir? |
What can I do for you?--Sizin için ne yapabilirim? |
What can we do there?----Orada ne yapabiliriz? |
What can I do for you?---Sizin için ne yapabilirim? |
What classes are you taking this semester?----Bu sömestir hangi sınıfları alıyorsun? |
What colour is salt?-----Tuz ne renktir? |
What colour is the sky?----Gökyüzü ne renktir? |
What do you do in the classroom?---Siz sınıfda ne yaparsınız? |
What do you do in your spare times?---Boş zamanlarında ne yapıyorsun? |
Most Commonly English Sentences Used in Everyday Life